Tarihçiler, Ergenekon tarzı efsanelere "menşe efsanesi" adını veriyor. Eski çağlarda her toplum, nereden geldikleri, kim olduklarına dair bir efsaneye sahipler. Efsaneler aynı zamanda o toplumun birlikte yaşamasına anlam kazandırıyor. O toplumu bir arada tutan ortak sembollerden birine dönüşüyor. Ortak ahlakî değerler, ortak endişeler, hatta ortak düşmanlar o efsaneler vasıtasıyla yaşamaya devam ediyor. Nesilden nesile sözlü olarak aktarılan bu efsanelerin bir gerçeklik taşıması gerekmiyor. Önemli olan, bu hikâyelerde yer alan semboller. Bu yüzden efsanelerin gerçeklerle ilgisine değil, neyi anlattığına, neyi önemsediğine eğilmek gerekiyor. "Ergenekon" ilk defa Kurtuluş Savaşı yıllarında keşfedilmiş, Cumhuriyet'in ilk yıllarında kabul görmüş bir efsane. Keşfeden de, Cumhuriyet döneminin önemli yazarlarından Yakup Kadri. Yakup Kadri, Kurtuluş Savaşı sırasında yazdığı makaleleri daha sonra 1929'da "Ergenekon" başlığı ile bir araya getirmiş. Ergenekon, Kurtuluş Savaşı'nı yeni devletin "menşe efsanesi" olarak özetliyor. Bu efsanenin eski çağlardaki izine dair tek kaynak, Arap tarihçi Reşidüddin'in "Camiü't-Tevarih" isimli kitabı. İlhanlılar döneminde yaşamış bu ünlü tarihçi, bu hikâyeyi Moğollara ait bir efsane olarak kayda geçiriyor. Üstelik efsanenin anlattığı topluluk, Hunların yendiği bir kabile. Reşidüddin'e inanacak olursak bu efsane Türklerin savaştığı ve yendiği bir topluluktan ödünç alınma. Efsane'nin eski çağlarda kimden çıktığı sonucu değiştirmiyor. Ergenekon Efsanesi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluşu hakkında sembolleri içeren modern bir "menşe efsanesi" olarak okunmalı. O zaman bugünün Türkiye'sine dair hepimizin bilmesi gereken simgeleri içinde barındırıyor. Kısaca efsane bize geçmişi değil, bugünü anlatıyor; Ergenekon Çetesi gibi. O zaman bu efsaneyi, Kurtuluş Savaşı'na paralel olarak gözden geçirmemiz lâzım: Düşmanlar Türklere saldırıyorlar ve on gün savaşıyorlar. Türkler galip geliyor. Sonra bir gece baskını hilesi ile düşmanlar Türkleri kılıçtan geçiriyorlar. "I. Dünya Savaşı'nda Türkler yedi düvel ile savaşıyor ve galip geliyor; ama savaş sonunda yenilmiş sayılıyorlar." Çok az sayıda kalan Türk, çevresi sarp dağlarla kaplı bir vadiye sığınıyor. "Koskoca imparatorluktan geriye Anadolu kalıyor. Sevres ile Anadolu'nun ortasına sıkışıyorlar." Sonra Türkler çoğalıyor ve kendilerine geliyorlar. Çıkışı bulamıyorlar. Bir demirci ustası, kocaman körüklerle demirden dağı eritiyor ve küçük bir yol açıyor. Börteçine isimli bir kurt çıkışı onlara gösteriyor. Türkler bütün dünyaya yayılıyorlar. "Cumhuriyet dar bir alanda kuruluyor, bilge bir demirci onlara yolu gösteriyor. Sonra bir kurt koca toplumu peşine takarak onları kurtuluşa ulaştırıyor." Bugünün uluslararası ortamında Türkiye'yi bir Ergenekon olarak tanımlar, demirci ve kurt sembollerini de "kurtuluş" için yerli yerine yerleştirirsek sembolleri çözmüş olacağız. Kurt, hiçbir zaman ehlileştirilemeyen, boyun eğmeyen bir yaratık. Kurallarını kendi koyuyor. Hukuka riayet etmeyen bir liderlik bu. Ergenekon'dan çıkış, orman kanunları ile mümkün. Madem vatan tehlikede... Bilge demirci, çaresizlik arttığı zaman bizi kurtuluşa götürecek yolu önümüzde açacak kişi. Ergenekon, emekli askerlerin kurduğu bir çetenin adı değil. Ergenekon, devlet içinde fiilen sahip olunan ve fiilen yürütülen karanlık bir iktidarın alanı. Ergenekon, kendilerini devletin sahipleri ve koruyucuları olarak ilan edenlerin ideolojisi. Sahip oldukları ayrıcalıkları, üstlendikleri sorumlulukla temellendiren bir demirciler ve kurtlar koalisyonu.Bir demirci, kocaman körükleri yerleştirmiş, ateşi yakmış, dağın bir tarafını eritmekle meşgul. Kurtlar pusuda bekliyor. "Devletin sahipleri" kendileri için bir çıkış yolu arıyor. Toplum, geçmişte ağır bedeller ödediği karanlık bir maceraya, Ergenekoncular tarafından sürükleniyor. Başsavcının iddianamesi, karanlık çağlardan fırlayan bir hayalet gibi önümüzde duruyor. Birileri Ergenekon'dan çıkmaya çalışıyor. Bize de efsaneleri ciddiye almak düşüyor.