El Aziz Diyorki

Safa Asya

                                                     

            Geçtiğimiz günlerde Elazığ yerel gazetesi E Aziz"in internet sitesinde son gelişmelerle ilgili bir yazı yayınlandı. Yazıyı aynen aktarıyorum.

            “Konuya girmeden önce silahlı terör örgütü Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınmasıyla adeta yer yerinden oynayan Cumhuriyet Gazetesi Başyazarı İlhan Selçuk"u bir internet sitesinden aldığımız şu bilgi ışığında bir tanıyalım:

İlhan Selçuk, 1925'te Kuvayi Milliye içinde yer alan subay Kasım Bey'in çocuğu olarak Aydın'da doğdu. Hukuk Fakültesi'ni bitirdikten sonra avukatlık ve gazetecilik yapan Selçuk, edebiyatçı Yaşar Kemal'in yardımıyla 1963'te Cumhuriyet Gazetesi'ne köşe yazarı olarak adım attı. İlhan Selçuk; Doğan Avcıoğlu, Cemal Reşit Eyüpoğlu, Mümtaz Soysal ve İlhami Soysal ile birlikte Yön Hareketi'ni başlattı. 9 Mart 1971 günü darbe yapmayı planlayan; ancak Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler ve Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur'un saf değiştirmesi üzerine başarılı olamayan Cemal Madanoğlu cuntası içinde o da vardı. Yıllar sonra, Cumhuriyet Gazetesi'nde birlikte çalışacağı Hasan Cemal'e "Eğer 9 Mart cuntası başarılı olsaydı, 27 Mayıs'ın devamı olacaktı." itirafında bulundu. Bu dönemde gözaltına alınarak Ziverbey Köşkü'nde cuntacılık iddiasıyla sorgulandı. 12 Eylül 1980 darbesinin ardından gazetenin başına geçen Hasan Cemal ile 10 yıl soğuk savaş sürdürdü. 1991 sonunda Uğur Mumcu ve Ali Sirmen'in de aralarında bulunduğu çok sayıda arkadaşıyla ayrıldığı Cumhuriyet'e 4 ay sonra, Hasan Cemal'i saf dışı bırakarak geri döndü. O günden bugüne Cumhuriyet'in 'tek adamı' oldu. AKP'nin 2002 yılında iktidara gelmesinden itibaren hükümete yönelik sert eleştiriler yöneltti ve bir şeriat devleti kurulmak istendiğini yazdı. Bu süreçte ulusalcı cepheyi genişletmek için MHP ile diyalog kurma yollarını aradı. Ama Devlet Bahçeli'nin sağduyulu politikası onu hayal kırıklığına uğrattı. Mayıs 2006'da Cumhuriyet'e atılan bombanın failinin 'dindarlar' olduğunu söyledi. Bombayı atanın, Danıştay saldırısını gerçekleştiren Alparslan Aslan olduğu anlaşıldıktan sonra suskun kaldı. Ergenekon terör örgütüne yönelik operasyonların ardından, Alparslan Aslan'ın da bu örgütle ilişkisinin ortaya çıkmasına rağmen sessizliğini korudu. Bu nedenle 'Ergenekon'un üzerini mi örtüyor?' yorumları yaygınlaştı.

Bir kripto Yahudi olan Sabetayist İlhan Selçuk, yukarıdaki bilgiden de anlaşıldığı gibi 9 Mart 1971"deki darbe girişimini başarısızlığa uğratarak 3 gün sonra 12 Mart Muhtırasını veren ekip tarafından cuntacılarla birlikte ünlü işkence merkezi Ziverbey Köşkü"nde sorgulandı.

İlhan Selçuk gibi, 9 Mart 1971"deki darbe girişiminde başarısızlığa uğratılan cuntacılar da aşırı solcuydu. Amaçları o zamanki CHP Genel Sekreteri Bülent Ecevit"i sosyalist şef olarak darbe yönetiminin başına getirip Irak ve Suriye"deki Baas türü bir rejimle Sovyetler Birliği kampına ülkeyi sokmaktı. Bu yüzden Bülent Ecevit 12 Mart Muhtırasının asıl hedefi benim diyerek Genel Başkan İsmet İnönü"nün sessiz kalmasına tepki göstererek görevinden istifa etti.

12 Mart Muhtırası tıpkı 12 Eylül gibi ABD yanlısı bir imajla gerçekleştirildi. Ne var ki Morison Süleyman diye Amerikancılığı dillere destan Süleyman Demirel bu muhtıra ile başbakanlıktan istifa ettirildi. Onun yerine CHP"li Prof. Nihat Erim Başbakanlığında kurulan teknokrat ağırlıklı kabinede Kemal Derviş gibi ABD"den gönderilen Atilla Karaosmanoğlu ile Sadi Koçaş Başbakan Yardımcıları olarak görev aldılar.

12 Mart müdahalesi ile birlikte bazı ordu mensuplarının birbirlerini CIA ve KGB ajanlığı ile suçladığı, astların üstlerine Ziverbey Köşkü"nde işkence yaptığı bir dönem yaşandı.  27 Mayıs askeri darbesinin yerinden oynattığı taşlar bir türlü yerine oturmamış, ordu içerisinde oluşan çeşitli klikler art arda darbe girişimlerinde bulunmuşlardı. Oluşan bu toz duman arasında kimin kim olduğu bilinmez hale gelmiş, sıkça saf değiştirmeler, ihanetler söz konusu olmuş, at izi it izine karışmıştı.

Sonraları ABD"nin desteği ile İsmet İnönü"yü devirip CHP"ye Genel Başkan olan Bülent Ecevit ünlü siyonist Dışişleri Bakanı Henry Kissenger"in talebesi olarak ün yapmıştı. Tıpkı Ergenekon soruşturmasında gözaltına alınan İlhan Selçuk gibi gazeteci olan Bülent Ecevit de önce aşırı solcu, sosyalist, komünist çizgide güçlü bir imaja sahipken sonra ulusalcı olmuş milliyetçi sol (!) diye bir ideoloji icat etmişti. Ecevit ve Selçuk"un bir diğer ortak yönleri Sabetayist olmalarıdır.

Bülent Ecevit, Başbakanlığı döneminde ordu içerisinde illegal olarak oluşturulan bir derin odağın varlığından söz edip partisince Trabzon"da düzenlenen mitingdeki konuşmasında halka durumu şikâyet etmişti. Elbette ki Kissenger"in talebesi unvanına sahip Ecevit"in şikâyetçi olduğu bir illegal örgüt ABD, NATO ve Batı"nın uzantısı olamazdı; ama yapılan suçlamalar bu doğrultudaydı!

Daha sonra tıpkı 12 Mart Muhtırası gibi bir cuma günü gerçekleştirilen 12 Eylül askeri harekâtının da ABD tarafından planlanıp gerçekleştirildiği sürekli yazıldı çizildi. Oysa dünya siyonizminin Türkiye"deki önemli bir kilit ismi olan İlhan Selçuk 12 Mart"ta olduğu gibi 12 Eylül"de de askeri yönetim tarafından gözaltına alınıp sorgulandı. Ne var ki 12 Eylül askeri darbe yönetimi bile pek üzerine gidemedi, bir gözdağı vermekle yetindi.

Hiç kuşkusuz ki her iki askeri müdahale de ABD"nin bilgisi, desteği ve planı dâhilinde gerçekleştirildi. Özellikle o dönem için başka türlüsü düşünülemezdi bile. Ancak gelişmelerin ortaya koyduğu asla yadsınamayacak bir diğer husus da bu planlar içerisine bir başka planın yerleştirilip gerçekleştirildiği gerçekliğidir: Millî derin devlet!

Kissenger"ın talebesi Başbakan Ecevit devletin içinde yuvalanmış bir kontrgerilla var diye ortalığı velveleye verip bu tehlikeli duruma dikkatleri çekerek herkesi uyarmaya çalışıyordu! Başında bulunduğu CHP-MSP Koalisyon Hükümetini bozması Kıbrıs fatihi Karaoğlan imajını oya tahvil etme gerekçesine bağlanmıştı ama asıl nedenin kontrgerilla dediği milli derin devleti tasfiye edip kökünü kazımak için şartları hazırlamak olduğu söylenebilir. Ancak bu hiçbir zaman mümkün olmayacaktı.

Cumhuriyet Gazetesi"nin Başyazarı İlhan Selçuk"un gözaltına alınmasında olduğu gibi fakat çok daha dehşet şekilde yeri yerinden oynatan bir olay da 12 Eylül 1980 öncesinde meydana gelmişti: Ünlü bir Sabetayist ailenin mensubu olan Milliyet Gazetesi"nin Başyazarı Abdi İpekçi Ülkücü bir genç Mehmet Ali Ağca tarafından bir suikast sonucu öldürülmüştü.

O sırada Güneş Motel Kabinesi diye anılan Hükümetin Başbakanı olan Bülent Ecevit"in Abdi İpekçi suikastına ilişkin sarf ettiği artık önümü göremiyorum sözü dikkat çekip oldukça manidar karşılanmış ve çok tartışılmıştı. Ecevit"in bu sözünden ülkeyi yöneten polit büro veya konseyin ya da bugünkü popüler adıyla derin devletin başındaki kişinin Abdi İpekçi olduğu anlaşılmıştı.

Nitekim yine Sabetayist Toplumun önemli isimlerinden biri olan Hürriyet Gazetesi Yazarı Tufan Türenç yıllar sonra köşesinde bunu teyit eden bir anekdota yer vermişti. Yazdığına göre Abdi İpekçi bir keresinde Ankara"ya geldiğinde Başbakan Demirel kendisi ile görüşmek istiyor. Ancak vakti olmadığını söyleyerek Başbakanla Türenç"in odasındaki telefonda görüşüyor. Türenç, şahit olduğu telefon görüşmesi sırasında Demirel"in, Ecevit"e verdiğiniz desteği bana verseniz şu ülkeyi ona katlarım dediğini naklediyor.

Tabii, Demirel"in sözünü ettiği bu destek Türenç"in kamuflaj olarak ima ettiği gibi basın desteği değil, ilgilisi için ihsas ettiği derin devlet himayesidir. Zaten solcu Milliyet"in solcu Başyazarı Abdi İpekçi"nin sağcı Demirel"i desteklemesi söz konusu değildi; yararından çok zararı olurdu çünkü.

İşte Abdi İpekçi, bu konumu nedeniyledir ki suikast sonucu öldürüldüğünde ülke korkunç şekilde sarsılıp yankıları artçı sarsıntılar halinde onlarca yıl sürmüş, nice tesise ismi verilmişti… Buna karşın aynı zaman dilimi içerisinde resmi 4 koruması ile birlikte yine bir siyasi suikasta kurban giden Türkiye Cumhuriyeti eski Başbakanı Prof. Dr. Nihat Erim vakayı adiye muamelesi görüp unutulmaya terk edilmişti. Açıkçası Yahudi töresi 12 Mart Hükümetini kuran Prof. Nihat Erim"e ihanetinin bedelini ödetmişti.

Sabetayist Toplum unsurlarının hile rejimi ve köle düzeni illegal örgütlenmesini yürüten derin devlet yapılanmasına ölümcül darbeler indiren 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbe süreçlerini tu kaka edip her vesile ile yerden yere vurmaları boşuna değildir. 

Bugün de yine Cumhuriyet Başyazarı İlhan Selçuk"un Ergenekon Soruşturması kapsamında gözaltına alınması; Cumhurbaşkanı Abdullah Gül"ün de suçlandığı bir iddianameye dayandırılan kapatma davası açılması ve AKP iktidarının bir yargı darbesiyle devrilmesi girişiminden daha çok önemsendi, daha büyük gürültü kopardı. O kadar ki dünyayı sarsan olayı gölgeleyip adeta gündemin dışına itti.

Diğer yandan aynı operasyonla gözaltına alınan İstanbul Üniversitesi eski rektörü Prof. Kemal Alemdaroğlu, İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek ve diğerleri İlhan Selçuk"un yanında gölgede kalıp önemsizleştiler!

Bundan şöyle bir sonuç çıkarmak zor değil: Demek ki 1970"li yıllarda Abdi İpekçi"nin oturduğu Sabetayist Derin Devlet koltuğunda şu anda İlhan Selçuk oturuyor!

Elbette ki bununla Sabetayist Derin Devletin Ergenekon olduğunu ifade etmek istiyor değiliz. Ergenekon terör örgütü ancak Sabetayist derin devletin yönettiği illegal birimlerden sadece biri olabilir. Ergenekon"un merak edilen 1 numaralı ismini de böyle konumlandırıp değerlendirmek gerekir. Zaten ırkçı faşist bir sağcı çete olan Ergenekon"un aşırı solcu, sosyalist olarak bilinen İlhan Selçuk"un doğrudan yönetiminde olduğunu düşünmenin mantığı olmaz. Büyük patron, yani Kurtlar Vadisi"nin İskender Büyük"ü anlaşılıyor ki İlhan Selçuk"tur.

 Sağcı, solcu, milliyetçi, liberal gibi görüşler, düşünceler Sabetayist Toplum unsurlarının konumları ya da rolleri gereği kullandıkları eğreti imajlar, takındıkları maskelerdir, daha fazla bir önem taşımazlar. Nitekim Abdi İpekçi ve Bülent Ecevit de bazen sosyalist, bazen milliyetçi ve ulusalcı olarak zaman ve şartlara göre lanse edilmişlerdir.

Siyasi nitelikli suikastlara ve faili meçhul cinayetlere uğrayan kişilerden yalnızca bir kısmının unutulmazlar listesine konulması ve hiç dillerden düşürülmemesi Sabetayist olmaları nedeniyledir. Nitekim bir siyasi suikastla ortadan kaldırılmasına karşın önemsenmeyip unutulmaya terk edilen 12 Mart kabinesinin CHP"li Başbakanı Prof. Nihat Erim"in Çingene asıllı olduğu biliniyor. Tıpkı Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında Dışişleri Bakanı olan CHP"li Prof. Turan Güneş"in de Çingene olduğu gibi.

Kuruluşumuzdan beri El-Aziz Gazetesi olarak, hile rejimi ve köle düzeni kurucusu Sabetayist Toplum oligarşisi adına ülkeyi yöneten bir polit büro, bir gizli komite, popüler adıyla bir derin devlet olduğundan, onun karşısında rövanş mücadelesi veren aynı nitelikte kurulmuş bir de millî derin devlet varlığından hep söz ettik. Türkiye"nin, 12 Mart 1971 Muhtırası ile kendini gösteren bu iki derin devlet arasındaki örtülü iktidar mücadelesine sahne olduğunu ısrarla ifade ettik.

Keza, 28 Şubat 1997 post modern darbesinin püskürtülüp tersyüz edilmesi sonucu millî derin devletin bu süreçte legalleşerek millî devlet konumuna geldiğini, sadece bu durumun henüz resmen ilan edilip meşruiyet kazanamadığını da hep ifade ettik.

İşte bu nedenledir ki şimdi millî devlet, Sabetayist Toplum oligarşisinin derin devlet mensuplarına karşı devlet gücünü kullanıp çete ve mafya muamelesi yapabiliyor. Yani millî derin devlet resmi devlet konumuna geldiği içindir ki Sabetayist Toplum oligarşisinin derin devletini dağıtıp illegal örgüt konuma düşürmüş, çete ve mafya muamelesi yapıyor!

Deli Yürek ve Kurtlar Vadisi dizileri, millî derin devlet ile Sabetayist derin devlet arasındaki iktidar mücadelesini dolaylı yoldan kamuoyuna yansıtarak konuya ilişkin fikir vermek için bir yöntem olarak kullanıla geliyor. Başka bir ifade ile millî derin devlet, Sabetayistlerin kurduğu derin devleti ve kullandığı mafya-çete örgütlerini benzeri yöntemlerle ortadan kaldırarak legal iktidarını tahkim edip nihayet devleti teke indirmeye çalışıyor.

Bu yürütülen kesinlikle ideolojik bir mücadele değil, bütünüyle bir iktidar mücadelesidir. Bu, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde olduğu gibi Türkiye"yi Müslüman Türkler mi yönetecek, yoksa Cumhuriyet dönemindeki gibi Sabetayist Yahudiler mi yönetecek? mücadelesidir. Gerisi teferruattır.

Ancak Yahudi Sabetayist Toplum adına hareket edenler paravan olarak kullandıkları laikliği öne çıkarıp tabulaştırmaya çalışırken; Müslüman Türk Toplumu adına hareket edenler demokrasiye vurgu yapıp öne çıkarmaya çalışıyorlar. Çünkü Sabetayist Toplum küçük bir azınlıktan ibaret olduğu için ancak kurucu irade adına bir zümre oligarşisi oluşturarak ülke yönetimini elinde tutabilir. Müslüman büyük çoğunluk ise demokrasi temelinde iktidar olup ülke yönetimine hâkim olabilir ancak. Yani amaç ne demokrasi ne de laikliktir; iktidarı ele geçirmek veya sağlama almak için ikisi de araçtır.

Böyle bakılmadığı takdirde özellikle son gelişmeleri anlamak, izah etmek ve herhangi bir ülke için normal kabul etmek mümkün değildir. Yoksa kazandığı bir seçim zaferi sonunda oylarını arttırarak ezici bir çoğunlukla geldiği ikinci dönem iktidarına ve içinden çıkardığı cumhurbaşkanına yönelik bir savcının çalakalem bir iddianame hazırlayıp bir yargı darbesi ile devirme girişiminde bulunması anlaşılır şey değildir.

Buna karşın Cumhuriyet Gazetesi başyazarı İlhan Selçuk"a çete reisi, üst düzey devlet görevlilerinde bulunmuş birtakım insanlara da çete demek olacak şey değildir. Nitekim İlhan Selçuk"un 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer döneminde sıkça Köşk"e çıktığı ve aralarında son derece içli-dışlı ilişkiler olduğu kamuoyunca biliniyordu. Ergenekon"un 1 numarasının ise bir eski genelkurmay başkanı olduğu imaları yapılıyor. Şimdi bir cumhurbaşkanına, bir genelkurmay başkanına, bir üniversite rektörüne İlhan Selçuk"un çeteleri demenin anlaşılır bir yanı var mı?

Öte yandan üst düzey devlet görevlilerinin içinde yer aldığı Ergenekon örgütünün İstanbul"un Anadolu girişindeki bir üçgende ve Ankara"ya girişlerden oluşan üçgende birtakım faili meçhul cinayetler işlediği iddiası ciddi şekilde söz konusudur. Keza ortada boncuk gibi bir Susurluk olayı var, korkunç Danıştay cinayeti var, MKE menşeli bomba ve silahların kullanıldığı ve çok miktarda yakalandığı bir dizi olay ve operasyon var…

Son olarak da Yargıtay Başsavcısının iktidara yönelik kapatma davası ile başlattığı yargı darbesi girişiminde dosya münderecatını Doğu Perinçek"in hazırladığına, dava açma talimatının İlhan Selçuk tarafından verildiğine dair devletin güvenlik güçlerinin elinde ciddi belgelerin olduğu iddiaları var. Zaten savcının ve güvenlik güçlerinin, ellerinde kesin kanıtlar olmadan böyle bir baskınla bu tutuklamaları yapmaları için akıllarını peynir ekmekle yemeleri gerekir. Hangi demokratik düzende seçimle gelip giden bir iktidarın baskısı böyle bir şeyi yaptırabilir?

Bu durumda şimdi Yargıtay Başsavcısı da mı çete? Onu destekleyen Yargıtay Başkanı ve üyeleri de mi çete? Keza destek çıkan hukuk fakülteleri dekanları da mı çete?

Ortada çok ağır suçlar işlenmiş olduğu doğru. Bunların organize suçlar olduğu da muhakkak. Bu organizasyonların devlet aygıtı içerisinde, yasa dışı yöntemlerle oluşturulup yönetildiği de kesin.

Ancak sıradan vatandaşın zannettiği gibi ortada akıl almaz bir karışıklık yok. Çünkü ülkede yaşanan bir örtülü derin iktidar mücadelesidir. Bunu CHP lideri Baykal da olabildiğince açık ifade ediyor. Yani her şey bu iktidar mücadelesinde derinlerde konuşlanmış karşıt iki gücün varlığını gösteriyor. AKP iktidarı bu güçlerden birinin sahibi değil sadece bir aracıdır.

Siyasi iktidar mücadelesi bütünüyle bir savaş gibidir… Güçlü olan, galip gelen, üstünlük sağlayan iktidar olup meşruiyet kazanır; ötekiler yasa dışı örgüt, asi ve suçlu muamelesi görürler. Nasıl ki bir askeri darbe girişimi başarılı olduğunda meşruiyet kazanıp kendi yönetimini kurar, başarısızlığı halinde asi olarak suçlanıp yargılanırsa; sivil darbe girişimi de çok farklı değildir.

Bu iktidar mücadelesinde gelinen noktada ağırlıklı güç, meşru yönetim ve devlet erki artık Müslüman Türk Toplumu adına siyaset yapanların eline geçmiştir, ülkeyi ve milleti de onlar temsil etme konumunda bulunuyorlar. Buna karşın sadece kurucu irade ve yürürlükteki anayasal/yasal mevzuat adına hareket edebilen Sabetayist Yahudi Toplumu ise bu mevzuatı yürütecek siyasi iktidar erkinden ve devlet aygıtından yoksun hale getirilmiştir. Hala elinde mevcut bulunan güç, imkân ve vasıtalar da asla ülke yönetimini yeniden ele geçirebilecek yeterlilikte değildir. Bu durumda ancak tahribat yapıp zarar verebilir ama hiçbir şekilde asla sonuç alamaz.

Bunu görüp farkına varan güç odaklarının güçlü tarafa tıpkı kum saatindeki gibi akmaları kaçınılmazdır.

Esasen bu iktidar mücadelesinde, Sabetayist Toplum oligarşisinin uzun yıllardır sürekli güç kaybına uğrayarak sahip olduğu mutlak iktidar günlerinden gelerek bu çaresiz duruma düştüğü dikkate alınırsa direniş göstermesinin umut verici akıllıca bir yönü yoktur.

İlave bir handikapları da hedefine aldıkları AKP iktidarını ilk baştan beri desteklemiş olmalarıdır. AKP iktidarı yeni işbaşına gelmiş de değil, ikinci döneminin başında ve artık oturup kökleşmiş durumadır. Önünde uzun bir iktidar süresi bulunması da büyük bir avantajıdır.

Göz ardı edilemeyecek bir husus da AKP"nin içinden bir Cumhurbaşkanı seçip çıkamaz denilen Çankaya"ya çıkarmış ve devletin baş koltuğunu ele geçirmiş olmasıdır. Önemli devlet kuruluşlarının başında bulunan Sabetayist Toplumun güvenceleri konumundaki unsurlar da bir bir yerlerinden uzaklaştırılmaktadırlar. Örneğin onların tabiriyle Merkez Bankası ve YÖK kaleleri düşmüş durumdadır. Diğerlerinin de art arda düşmeye devam edeceğinden şüphe yoktur. Hele bu agresifleşen mücadele ortamında sürecin daha da hızlandırılması kaçınılmaz olacaktır.

Sabetayist Toplumun DSP dışında güvenebileceği bir siyasi parti, TÜSİAD dışında kullanabileceği bir sivil toplum örgütü neredeyse kalmamış durumdadır.

 Başta TRT olmak üzere medyanın büyük kısmı AKP iktidarı tarafından ele geçirilmiştir. Geri kalan medya organlarının hem iktidara hem de millet çoğunluğuna karşı bir mücadeleyi uzun süre sürdürebileceğini düşünmek hiç de makul değildir.

Millet çoğunluğu denilince sadece AKP"nin aldığı % 46 küsur oy dikkate alınmamalıdır. Hiç kuşkusuz ki MHP"nin, DP"nin, Saadet Partisi"nin, BBP"nin oyları da bu mücadelede AKP iktidarı yanında sayılır. Lider kadrolarının parti yönetimlerini ellerinde tutmaları ve milletten oy almaları laikçi mütegallibe kesime karşı milli iradeyi temsil eden iktidarın yanında yer almaları halinde mümkündür. Yoksa 22 Temmuz Genel seçiminde DP ve ANAP"ın başına gelenler önümüzdeki yerel seçimde onların da başına gelebilir.

Sabetayist Toplumun yeterli bir dış desteği de yoktur. İsrail ve dünya siyonizmi ne kadar bastırırsa bastırsın; ne Avrupa Birliği ne de ABD bugün alternatifi dahi bulunmayan AKP iktidarını karşısına alıp Sabetayist Topluma açıktan sahip çıkabilir, destek olabilir. Başsavcının açtığı kapatma davası da bir şekilde engellenmese bile aylar sürecektir. Bu uzun süreçte neler olabileceğini tahmin etmek bir yana dereye su gelinceye kadar kurbağanın gözü patlar.

Çok fazla bilinmeyen gayet önemli bir husus da ABD"de Başkan Bush liderliğindeki Beyaz Saray yönetiminin de Yahudi Lobileri ile çok ciddi ve agresif bir iktidar mücadelesi yürütüyor olmasıdır. Siyonist NEO-CON"ların tüm aleyhteki çabalarına rağmen Bush yönetimi AKP iktidarı ile bir stratejik ittifak içerisindedirler. Yani Sabetayist Toplum için dışarıdan da gelebilecek pek bir yardım söz konusu değildir. Gelse bile bu hiçbir zaman açıktan, resmen ve yeterli düzeyde olmayacaktır.

Türkiye"yi ziyaret eden Başkan Yardımcısı Dick Cheney bize kalırsa ABD"deki Yahudi Lobisi ve İsrail karşısında Türkiye ve Arap ülkelerinden destek arama gezisine çıktı. Çünkü bu seçim yılında ölüm-kalım iktidar mücadelesi alabildiğine sürerken pek dış geziye çıkmayı sevmeyen Dick Cheney için kalkıp Irak ve Afganistan konularını dert edineceğini düşünmek çok isabetli değildir. Dick Cheney sadece Irak ve Afganistan sorunlarını bahane edip iç politikadaki mücadele için destek aramaktadır. Zaten dolaştığı ülkelerin Irak ve Afganistan konusunda pek ABD"nin derdine çare olacak halleri de yoktur. Bir tek Türkiye destek olabilir ki bunun da olmayacağı son derece net ve açık.

İlhan Selçuk bu durumu bildiği için ayakları yere değmiş gözüküyor. Nitekim Uğur Dündar aracılığıyla Başbakan Erdoğan"a gönderdiği ve Star Tv ana haberde verilen mesaj bunu gösteriyor. Başbakan"dan gerilimi azaltmasını istiyor Sayın Selçuk…

Ne demek; emri olur!”