Dünya Mevlana Yılı

Av.İbrahim TAŞKESTİ

 

 

            Dünya ölçeğinde hoşgörü, barış ve sevginin sembolü sayılan Hazreti Mevlana’nın 800. doğum yıl dönümü olan 2007 yılı; Birleşmiş Milletler Teşkilatı(UNESCO) tarafından “Dünya Mevlana  Yılı” olarak ilan edilmiştir. UNESCO  tarafından  'Mevlana Celaleddin Rumi'nin 800. Doğum Yıldönümü' kutlamaları kapsamında 'Mevlana' ortak paydasında  düzenlenecek etkinlikler ile medeniyetler ittifakının geliştirilmesi amaçlanmıştır.

 

            Ne hazindir ki Mevlana’nın öncüsü olduğu, aralarında  Yunus  Emre, Hacı Bektaş-ı Veli, Hacı Bayram-ı Veli gibi özü itibariyle sevgiyi,  hoşgörüyü ve birlikte yaşamayı öngören bilge ve erenlere ev sahipliği yapan Anadolu toprakları;  bugün itibariyle Hazreti Mevlana ve diğer erenlerin  düşünce ve öğütlerine her zamankinden daha fazla  ihtiyaç hissetmektedir.

 

            Ülkemiz tarihinin en bunalımlı günlerini yaşamaktadır. Medeniyetler arasında hoşgörü ve  ittifakı sağlamak amacıyla Mevlana yılı ilan eden güçler, yer aldığı coğrafi konum ve tarihte almış olduğu rol itibariyle; ülkemiz ve ülkemiz insanları arasındaki ortak değerlerden kaynaklanan ittifakı ve hoşgörüyü çok görmekte; bölgesel hesap (güneyimizde derin değişimlerin, harita değişikliklerinin arifesinde)  ve çıkarları nedeniyle insanlarımızı birbirine düşürmek, kamplara bölmek, yeniden dizayn etmek  istemektedirler.  Görünmeyen bir el tarafından planlı olarak insanımızın gündemine etnik, mezhebi, ideolojik…  farklılıklar ve çatışmacı  yönler pompalanmakta; sevgi, hoşgörü ve birlikte yaşam kültürünün beşiği olan  bu topraklarda yaşayan insanların arasına birbirine tahammülsüzlük ve düşmanlık tohumları ekilmektedir.

 

Danıştay saldırısı, Rahip Santero cinayeti, Dink cinayeti, Malatya cinayetleri,… ve bu cinayetlerde kullanılan sevgiden uzak büyütülen çocuk yaşta katiller... Başında milli olan  eğitim ve öğretimin  iflası sayılabilecek facia örnekleri. Keşke ailelerimiz, gençlerimiz, çocuklarımız; Türk örf-adet ve inancıyla uzaktan yakından alakası olmayan, bizim kültür dokumuza uymayan, bizim kültürümüzden daha çok,  yabancı  ülke kültürlerinin organize bir biçimde insanımıza enjekte edildiği televizyon, gazetecilik, eğitim ve öğretim  faaliyetleri neticesinde özgün düşünemeyen, kendisi olamayan  bir gençlik ve nesil yetiştirilmesi yerine onları  bu toprakların ürünü olan zenginlik ve değerlerimizle tanıştırabilseydik… keşke.

 

            Yıllardır küçük senaryo değişiklikleri ile  vizyona sokularak tekrarlanan bu oyunların panzehiri - çaresi;  şüphesiz üzerinde yaşadığımız bu topraklarda kök salmış; ısrarla aramıza mesafe konulan, unutturulan, bizi biz yapan, bizi bir arada tutan  ortak değerlerimizin kıymetinin bilinmesi, yeniden tedavüle sokulmasıdır.

 

             Bu değerlerimizden olan ve İslam’a sevgi boyutu katan, sevgiyi bilmekle kalmayıp yoğun bir şekilde yaşayan, tüm insanlığı da bu kaynağa çağıran Hazreti Mevlana’nın  800. yıl doğum günü etkinlikleri anısına Mevlana’nın ünlü eseri bilgi ve hikmet kaynağı “MESNEVİ” den küçük bir alıntı yaparak O’nun hatırlanmasına katkıda bulunmak istiyoruz…

 

v      

               

                “Yılancının Donmuş, Uyuşmuş Bir Ejderhayı

                         İple Bağlayıp Bağdat’a Getirmesi

 

Bir yılancı, efsunları ile yılan tutmak için dağlık yerlere gitti.

O, karda kışta, dağlarda iri bir yılan arayıp durmada idi.

Orada pek büyük bir ejderha gördü. Ejderha ölmüştü ama, şeklinden, yılancının gönlü korku ile doldu.

Yılancı, halkı hayrete düşürmek için o ejderhayı aldı, Bağdat’a getirdi.

Zavallı, birkaç kuruş kazanmak için o direk gibi olan ejderhayı sürükleyip duruyordu.

‘Ben size ölü bir ejderha getirdim ama, onu yakalamak için çok zahmetler çektim.’diyordu.

Yılancı onu ölmüş sanıyordu. Halbuki ejderha diri idi. dikkatle bakıp onun canlı olduğunu anlayamamıştı.

O soğuktan, kardan donmuş, kaskatı kesilmişti. Ölü gibi görünüyordu ama diri idi.

Onu Bağdat’a kadar getirdi. Çarşıda dört yol ağzında bir gürültü koparmak, halkı başına toplamak istiyordu.

Sonunda o yılanı aldı, Dicle Nehri kıyısında bir peykenin üstüne koydu ve kocaman bir ejderhanın getirilmiş olduğu haberi Bağdat içinde çalkalanmaya başladı.

‘Bir yılancı’ diyorlardı.’ görülmemiş, kocaman bir ejderhayı avlayarak Bağdat’a getirmiş!’

Yüz binlerce ahmak toplandı. Onlar ahmaklıklarından onun gibi donmuş bir yılana av oldular.

Ejderhayı görmeye gelen kişiler de, yılancı da, şehirde işini gücünü görmek için dağılmış olan halkın toplanmasını bekliyorlardı.

Yılancı;’Seyre gelen halk çoğalsın da, eline geçecek para daha da artsın.’ Diye düşünüyordu.

Yüz binlerce meraklı kişi toplandı. Onlar halka olmuşlardı. Herkes ayak parmaklarının uçlarına  basarak boyunu yükseltiyor, ejderhayı görmek istiyordu.

Kalabalıktan, heyecandan erkeğin kadından haberi yoktu. Kıyamet günü gibi, halkın ileri gelenleri ile cahil ve avamdan olanları birbirine karışmıştı.

Yılancı yılanı sardığı kilimi kımıldattıkça, toplanan halk boyunlarını uzatıyordu.

Soğuktan donmuş, uyumuş olan ejderha, birtakım paçavraların, kilimin altında idi.

Yılancı ihtiyatı elden bırakmamış, onu kalın iplerle, halatlarla bağlamıştı.

Fakat, halkın toplanması beklenirken iyice zaman geçmiş ve Irak güneşi yılanın üstüne vurmuştu.

Sıcak memleketin güneşi ejderhayı ısıtınca, onun bedenindeki soğukluk,uyuşukluk gitmişti.

Ölü sanılan ejderha dirilmiş, kımıldanmaya başlamıştı.

Ejderhanın kımıldanışı yüzünden de, halkın şaşkınlığı bir iken yüz bin oldu.

Seyirciler, şaşkınlıktan nara attılar. Ejderhanın kımıldanışını görünce, hepsi de bağırışarak kaçışmaya başladılar. O bağırışmalar arasında yılan iplerini, bağlarını kopardı. Kopan iplerin çatırtısı her taraftan duyuluyordu.

O çirkin ejderha, kükremiş arslan gibi bağlarını kopardı ve örtülerinin altından sıyrılıp kaçtı.

Ejderhanın korkusundan kaçışan seyirciler arasında, birçok kişi ayaklar altında kaldı,ezilip öldü.Yere yıkılıp kalanlardan, ölenlerden yığınlar meydana geldi.

Yılancı;’Ben; dağlardan, kırlardan ne getirmişim?’ diye korkusundan olduğu yerde kaskatı kaldı, kaçamadı.

Ejderha yılancıyı yuttuktan sonra, kendisini bir direğe sardı ve direği sıkarak yuttuğu yılancının kemiklerini kırdı.

Ey insanoğlu;senin nefsin de bir ejderhadır! Ölmüş görünse bile ölmemiştir; günah işlemek için eline fırsat geçmediğinden ötürü, gamdan uyuşmuş bir halde, donmuş gibi beklemektedir!

Nefis güçlense, fırsat bulsa hemen Firavunluğa başlar; yüzlerce Musa’nın,yüzlerce Harun’un yolunu keser!

Nefis ejderhası; yokluğa, yoksulluğa, fakirliğe düşerse, küçük bir kuvvet haline girer. Fakat mal mülk, yüksek mevki yüzünden nefis sivrisineği çaylak kesilir.

Son nefis ejderhasını ayrılık karları altında tut; aklını başına al da, onu güneşin altına getirme!

Dikkat et ki, ejderhan donmuş bir halde kalsın; eğer o canlanırsa, sen onun bir lokması olursun!

Onu mat et de, mat olmaktan, manen ölmekten emin ol! Ona acıma;  o, acımaya ve iyiliğe layık değildir!

Çünkü üstün şehvet güneşinin harareti vurunca, o pis baykuş kanatlanır uçar!

Onunla yiğitçe savaşa giriş de, buna karşılık Allah, sana manen kendisi ile buluşmayı ihsan etsin!

Sen o nefse cefa etmeksizin, riyazatlar ve mücahede çektirmeksizin, onu uslu, vefalı bir halde tutmayı mı umuyorsun?

Her soysuz ve aşağılık kişiye nefsi zaptetmek nasip olur mu? Ejderhayı öldürmek için Musa olmak gerek!

Hz. Musa’nın ejderha şekline giren asasından korktukları için, yüz binlerce kişi kaçarken ayak altında kalmış, Hakk’ın takdir’i ile ezilmişlerdi. “