“Dünya Kadınlar Günü” ya da “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” her yıl 8 Mart'ta kutlanan ve Birleşmiş Milletler tarafından tanımlanmış uluslararası bir gündür.
İnsan hakları temelinde kadınların siyasi ve sosyal bilincinin geliştirilmesine, ekonomik, siyasi ve sosyal başarılarının kutlanmasına ayrılmaktadır. Türkiye'de ise ‘8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ ilk kez 1921 yılında "Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanmaya başlandı .
Tarihçe
8 Mart 1857 tarihinde ABD'nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda 120 kadın işçi can verdi. İşçilerin cenaze törenine 10.000'i aşkın kişi katıldı.
26 - 27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka'nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında (Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı) Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart'ın "Internationaler Frauentag" (International Women's Day - Dünya Kadınlar Günü) olarak anılması önerisini getirdi ve öneri oybirliğiyle kabul edildi.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart'ın "Dünya Kadınlar Günü" olarak anılmasını kabul etti.
Kadınlar dövülüyor ve öldürülüyorlar...
Son yıllarda ülkemizde ağır yaralanmalara ve ölümlere yol açan aile içi fiziksel şiddet olaylarında ürkütücü boyutlarda bir artış görülüyor. Bu durum bireylerin güvenliğini ve toplum huzurunu sağlamakla görevli olan hükümetlerin en temel meselelerinden biri haline gelmiş durumdadır.
Aile içi fiziksel şiddete en çok maruz kalan grupların başında doğal nedenlerle, kendilerini savunamayan ve koruyamayan kadınlar ve çocuklar gelmektedir.
Kadınlara uygulanan fiziksel şiddet türlerinin başında cinsel tecavüzler, tekme, tokat, yumruk ve o anda ele geçirilen yaralayıcı her türlü alet ve cisimle gerçekleştirilen kaba dayak ve işkenceler gelmektedir.
Bunların yanı sıra ağır hakaret, aşağılama, hor görme, mahrum bırakma, temel hakları engelleme, kıymetli birikimlerini ve parasını elinden alma, küçümseme, alay etme, dışlama, korkutma ve tehdit etme şeklinde sergilenen sözlü ve psikolojik şiddet davranışları da aile birliğini temelden sarsan ve birlikte yaşamayı kadınlar için tahammül edilemez hale getiren çok yaygın olgulardır.
Pek çoğu anlık öfke patlamalarıyla gelen ama çoğunlukla uyumsuzluklardan ve geçim sorunlarından beslenen birikimlerin sonucu olan şiddetli kavgalarda, rakip ve düşman olarak görmeye başladığı eşini döven ve ezen taraf erkek olmaktadır. Kimi öfke patlamaları dayak hudutlarını aşarak öldürmeye kadar varmaktadır. Ülkemizde son yıllarda kadın cinayetlerinde korkutucu bir tırmanış vardır.
Türkiye'de “”8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü”
Türkiye'de ‘8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ ilk kez 1921 yılında "Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanmaya başlandı. 1975 yılında ve onu izleyen yıllarda daha yaygın ve yığınsal olarak kutlandı, kapalı mekânlardan sokaklara taşındı
"Birleşmiş Milletler Kadınlar On Yılı" programından Türkiye'nin de etkilenmesiyle, 1975 yılında "Türkiye 1975 Kadın Yılı" kongresi yapıldı. 12 Eylül Darbesi'nden sonra cunta yönetimi tarafından dört yıl süreyle herhangi bir kutlama yapılmasına izin verilmedi. 1984'ten itibaren her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından "Dünya Emekçi Kadınlar Günü" kutlanmaya devam edilmektedir.
Birleşmiş Milletler tarafından yapılan bir araştırmaya göre;
Dünyadaki işlerin % 66’sı kadınlar tarafından görülüyor.
Buna karşın kadınlar dünyadaki toplam gelirin ancak % 10’una sahipler.
Dünya’daki mal varlığının ise % 1’ine sahipler.
Başka bir değişle dünyadaki işlerin % 34’ü erkekler tarafından görülüyor ama erkekler dünyadaki toplam gelirin % 90’ına ve toplam mal varlığının % 99’una sahipler.
Türkiye’den Rakamlara gelince;
Şehirlerde evli kadınların % 18’i, köylerde de % 76’sı eşleri tarafından dövülüyor.
Kadınların % 57,7’si evliliklerinin ilk gününde şiddetle karşılaşıyor.
Aile içi suçların % 90’ını kadına karşı işlenen suçlar oluşturuyor.
Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü'nün yaptığı araştırmanın çarpıcı sonuçları ise şöyle:
Aile içi şiddetin yüzde 87'si, kadınlara karşı işleniyor. Şiddetin yüzde 34'ü fiziksel, yüzde 53'ü sözlü olarak gerçekleşiyor. Bu oran gecekondu semtlerinde yüzde 97'lere çıkıyor.
Varoş olarak nitelenen gecekondu semtlerindeki kadınlar arasında yapılan araştırmada, kadınların yüzde 97’si aile içi şiddete maruz kalıyor.
Kadınların yüzde 20'si okur-yazar değil. Lise ve daha üstü eğitimli 15-24 yaş grubunda bulunan kadınların yüzde 39.6’sı işsiz, kentli kadınlarda bu oran yüzde 37.4 iken kırsal alandaki kadınlar için bu oran yüzde 45.3’e ulaşıyor.
Kadınların yüzde 40'ı görücü usulüyle evleniyor, yüzde 20'si ise nikâhsız yaşıyor.
Kadınların yüzde 55'i doğum kontrolü uygularken, yüzde 64'ü hamilelik döneminde doktora gitmiyor.
Yılda 2 bin 500 kadın anne olmak isterken yaşamını yitiriyor.
Eğitim gören 100 kadından sadece 2 tanesi yüksek öğrenim görüyor.
Kadınların işgücüne katılım oranı yüzde 27'lerde bulunuyor
Türkiye'de 850 kaymakamın sadece 17'sini kadınlar oluşturuyor.
Hâkim ve cumhuriyet savcısı sayısı içindeki kadın oranı ise yüzde 18.
Türkiye'de kadınların yüzde 35.6' sı bazen, yüzde 16.3' ü sık sık aile içi tecavüze uğruyor.
1364 Seçim Bölgesinde Kadın Belediye Başkanı Oranı %2,93’de kaldı!
31 Mart 2014 tarihinde yapılan yerel yönetim seçimlerinde ve 1 Haziran 2014 tarihinde 13 seçim bölgesinde yenilenen seçimlerde:
- 30 büyükşehir belediye başkanlığının yalnızca 3’ü,
- 1364 il, ilçe ve belde belediyelerinin ise yalnızca 37’sinde kadınlar belediye başkanı olarak seçildiler.
Meclis'teki 550 milletvekilinin 82'si kadın. Belediye başkanlarının ise sadece binde 5'i kadınlardan oluşuyor.
1 Kasım Milletvekili Genel Seçim sonuçlarına göre TBMM'ye giren kadın vekil sayısı 82 oldu.
En fazla kadın vekil sayısı AK Parti'de, en az kadın vekil sayısı MHP'de. AK Parti 32, CHP 21, HDP 19, MHP 3 kadın milletvekili Meclis'e gönderdi.
Dünyadan:
Kadınların yaklaşık yüzde 47'si ilk cinsel ilişkilerini zor kullanılarak yaşıyor.
Mültecilerin yüzde 80'i kadınlar ve çocuklardan oluşuyor.
Dünya HIV/AIDS hasta nüfusunun yüzde 51'i kadınlardan oluşuyor.
Halen en az 54 ülkede kadınlara yönelik ayrımcı yasalar bulunuyor,
Her üç kadından biri dayak yiyor, zorla seks yapmaya zorlanıyor ya da tacize uğruyor.
Kadın cinayet kurbanlarının yüzde 70'i erkek partnerleri tarafından öldürülüyor. Ve kadın hayatın her devresinde birçok sorun yaşamaya devam ediyor...
21. yüzyılı gelişme, teknoloji, bilim çağı olarak yaşadığımız dünyada; kadınlar için "medeniyet ve insanlık" adına çok şeyin olumlu anlamda değişmesi, çocuk yaştaki genç kızlara tecavüz edildiği, genç insanların hayatının baharında öldürüldüğü, cinsel olarak sömürülen, şiddete maruz kalan, iş alanlarında ayrım gören kadınlar oldukça daha çok adımların atılması ve bu konuda toplumun gerçekten bilgilendirilmesi gerekiyor.
İslam’da Kadın Hakları
"Birisine bir kız çocuğu müjdelenirse, üzüntüsünden yüzü simsiyah kesilir..." (Kur'ân-ı Kerîm 16 (en-Nahl)/58
Bu ayette Allah (c.c.) cahiliyet insanının kadına bakışını anlatır ve takbih eder.
Hâlbuki "Allah dilediğine kız, dilediğine erkek, dilediğine ikisini birden verir, dilediğini de kısır yapar." (Kur'ân-ı Kerîm 42 (es-Sûrâ)/49)
Kadın da tıpkı erkek gibi doğar, erkek gibi insan yavrusudur. Şefkatte ve hediyede aralarını ayırırlarsa, anne baba sorumlu olurlar. Peygamberimizin vasiyetini gözetmemiş olarak şefaatten mahrumiyeti hak ederler.
Cahiliyet duygularının insanlarda zaman zaman depreşeceğini bildiği için, Efendimiz kız çocuklarının, eğitimini özellikle vurgular ve "üç, iki, hatta bir kız çocuğunu, haklarını koruyarak yetiştiren babanın, Cennette kendisiyle beraber olacağını" (Ibn Mâce, edep 3) duyurur.
Çocuğun kız doğmasında da erkekte olduğu gibi, "Şükür" olarak "akîka" kurbanı kesilir. İsmi güzel verilir, zorunlu eğitimi yaptırılır. Gerekli cinsel bilgileri anneden alır. Kuran'da ve Sünnette ilme teşvik eden hiç bir nas, kadınları bundan ayırmaz.
(Çocuğun doğumunun ilk günlerinde Allah'a bir şükran nişanesi olarak kesilen kurbana "akîka kurbanı" denilir.)
Tersine, ihmale uğrayacaklarını bildiği için, Peygamberimiz özellikle kadın eğitimini tavsiye etmiş. Haklarının korunmasını emretmiştir. Onun devrinde "müctehid" olan kadınlar yetişmiştir. (Meselâ Resûlüllah'ın (s.a.) zevceleri Âişe validemiz bunlardan biridir.)
(Müctehid, Kur'an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin yüksek manasını anlayan ve anlamak için bütün gücüyle çalışan büyük İslam alimi. Müctehid, ictihad eden kimse demektir.)
Kadın annedir, eştir, evlattır, kardeştir...
Müminler birbirlerini koruyan, birbirlerine destek olan ve hayatı paylaşan kardeşlerdir.
Varlıklarıyla hayat bulduğumuz ve bizleri yetiştiren annelerimiz, gözaydınlığımız olan kızlarımız, dert ortaklarımız olan kız kardeşlerimiz ve hayat ortağımız olan eşlerimiz de aynı zamanda bizim din kardeşlerimizdir.
Kur'an-ı Kerim'in eşrefi mahlûkat olarak nitelendirdiği insan, zamanla cinsiyet olarak ayrıştırıldı, kadın ve erkeğe farklı statüler kazandırılmaya çalışıldı.
Bu statülerde kadının rolü erkekten daha aşağı bir seviyede görülmüş hatta kadına horlanması, aşağılanması gereken ikinci sınıf bir hüviyet dayatılmıştır.
Peygamberimizin (s.a.s) zamanında aktif olarak camiye, cumaya, bayram namazına katılan kadınlar, daha sonraları mabetlere girmekten dahi mahrum bırakılmıştır.
Oysa Rabbimiz kadına “insan” kelimesiyle aynı kökten gelen “nisa” ismiyle hitap etmiş ve Kuran-ı Kerim’in surelerinden birine onun adını vermiştir.
Geliniz inanan insanlar olarak bugün iman, haya ve hayat ile olan ilişkimizi bir kere daha gözden geçirelim. Kuran-ı Kerim'in insanı insan yapan değerlerini öğrenelim. Kendimizden başlamak üzere, acısıyla, tatlısıyla ömrümüzü birlikte geçirdiğimiz eşlerimizi, ailelerimizi, komşularımızı ve tüm çevremizi elimizden, dilimizden, emin kılalım.
Onlara iffetli ve nezih davranalım. Gönül kırmanın Kabe'yi yıkmaktan daha büyük bir vebal olarak telakki edildiğini hiçbir zaman unutmayalım. Şiddet, hayatımızdan uzak olsun. Sevgi, saygı hoşgörü hayatımıza hâkim olsun...
Atatürk ve Kadın Hakları
Ülkemizde kadın hakları hareketinin başlangıcı, Cumhuriyetimizin ilân edilmesiyle başlamıştır. Atatürk, ekonomik ve sosyal alanlarda kadınların erkeklerle eşit haklara ulaşabilmesi için büyük çaba gösteren örnek bir liderdi. Atatürk’ün önderliğinde, Cumhuriyet döneminde kadınlara eğitim ve kamu hizmetlerinde yer alabilme hakkı sağlanmıştır. Cumhuriyetin İlanıyla Birlikte Türk Kadınının Elde Ettiği Haklar nedir?
Yine bu dönemde, sosyal yaşamda kadına ikinci plânda ve bağımlı bir rol veren bağnaz, dinsel kurallar terk edilerek, yerine lâik yasalar getirildi.
Böylece Türk kadınları, evlilik, boşanma ve meslek seçimi gibi konularda erkeklerle eşit haklara sahip oldu. Ülkemizde cumhuriyetin ilânından sonra kadınların elde ettiği haklar, siyasal alanda gerçekleşti.
Bu alanda;
* 7 Şubat 1924 yılında Türk Kadınlar Birliği kuruldu.
* 1926 yılındaki Medenî Kanun’un kabulünden sonra, 1930 yılında Türk kadınlarına belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı tanıyan Belediye Kanunu kabul edildi. Böylece kadınlar da belediye meclislerinde görev almaya başladılar.
* Daha sonra 1934 yılında Türk kadınlarına milletvekili genel seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı sağlandı.
Bu kararlar Türk kadınına sosyal ve siyasal hayatta bütün milletlerin üstünde yer vermiştir..
Atatürk’e Hakaret Eden Nankörler...
Kadınlar fiziksel bakımdan daha zayıf oldukları için, binlerce yıl erkekler tarafından ezilmiş ve sömürülmüşlerdir. Bu yalnız İslam dünyasında değil, tüm dünyada böyledir.
Örneğin,
Ortaçağ Avrupa’sında en çok ezilenler kadınlardı. Bir veba salgını ya da deprem gibi bir doğal olay olduğunda Kilise “felaketin nedeni uğursuz kadınlardır” der ve birkaç kadını kentin meydanında diri diri yakarak “toplumu günahkârlardan arındırdığını” öne sürerdi.
Avrupalı kadınlar haklarını yüzlerce yıl süren mücadelelerle, büyük acılar, bedeller ödeyerek elde etmişlerdir. Aydınlanma Devrimi ile ‘kadın ve çocuk hakları’, insan haklarının ayrılmaz bir parçası kabul edilmiştir.
Türkiye’de kadınlar tüm haklarına, Cumhuriyet ile birlikte Atatürk Devrimleriyle kavuşmuşlardır. Cumhuriyet’ten önce Avrupa görmüş ve özellikle Osmanlı’daki misyoner okullarında okumuş kadınlar arasında, Batılı hemcinsleri gibi haklar kazanmak üzere mücadele edenler olmuştur.
Fakat hiçbir istemlerini gerçekleştirememişlerdir. Elbette bazı yöneticiler, hatta bazı padişahlar kadınlara bazı haklar vermek istemişlerdir. Hatta hanım sultanlar sarayda Batılı kadınlar gibi yaşamışlar, ancak bunu haremin dışına çıkaramamışlardır. Çünkü padişahlar bile Osmanlı’daki gerici çevrelere karşı koyabilecek güçte değillerdi.
Türk kadınları tüm kazanımlarını Büyük Dahi Atatürk’e borçludurlar.
Örneğin, Cumhuriyet’ten önce kadınlar nüfus sayımında sayılmıyorlardı bile. Yani insan yerine konulmuyorlardı. Evcil hayvan sayımı yapılıyor, fakat kadınlar sayılmıyordu. Bunun anlamını, biraz aklı olan düşünsün!
Cumhuriyet’ten önce mahkemelerde bir kadının tanıklığı geçerli değildi. Cumhuriyet’ten sonra asker, polis, doktor, hemşire, hâkim, savcı, öğretmen, mühendis, yargıç, hatta yüksek mahkemelere başkan oldular. Fakat bunun da anlamını hala kavrayamayanlar var!
Cumhuriyet’ten önce kadınlar TBMM’ne dinleyici olarak bile giremezlerdi. Bugün doktor, mühendis, öğretmen, hâkim, savcı, milletvekili, hatta Meclis Başkan Vekili, bakan, hatta Başbakan oldular. Bunlar bunun bilincinde mi?
Cumhuriyet’ten önce erkekler 4 kadınla evlenebiliyordu ve üzerine kuma getirilen kadının “gıkı” bile çıkmıyordu.
Düşünün! Halide Edip gibi, Amerikan Koleji mezunu, yazarlığı ile kendini topluma kabul ettirmiş, güçlü kişiliği olan bir kadının üzerine bile kuma getirilmiştir. Kocası da gerici değil bir aydın (!), bugün bilim tarihinde saygıyla anılan ünlü matematikçi Salih Zeki. Fakat onun suçu yok, çünkü düzen böyleydi.
Günümüzde İktidar Hükümeti’nde bir başbakan yardımcısı, karısından boşanmadığı halde başka bir kadından çocuğu oluyor ve bu adam, “bu kadınla dinimize, örf ve geleneklerimize uygun olarak evlendiğini” bildiriyor.
Bu korkunç bir karşıdevrim habercisi. Toplum buna tepki göstermezse, yarın bir başkası, nikâhlı karısıyla oturduğu aynı eve kuma veya kumalar getirebilir. Özellikle kadın derneklerinin ayağa kalkması gerekirdi. Demek ki yeni düzene, daha doğrusu yüzyıl geriye gidişe alışmaya başlamışız!.. Soğuk suya atılıp yavaş yavaş haşlanan kurbağa gibiyiz. Yakında Ortaçağ’a gireceğiz!..
Aydınlanmanın bilincinde olup kazanımlarını korumak için mücadele eden kadınlarımızın gününü kutlarken, özellikle Cumhuriyet öncesine özlem duyan ve karşıdevrimcilerin peşinde koşan, Atatürk’e acımasızca hakaret eden, iftira atan nankör veya düşüncesiz kadınları kınıyorum.
Türk kadını, evdeki medeni konumunu yetki ile işgal etmiş, iş hayatının her aşamasında başarılar göstermiştir. Siyasi hayatla, belediye seçimleriyle tecrübe kazanan Türk kadını bu sefer de milletvekili seçme seçilme suretiyle haklarının en büyüğünü elde etmiş bulunuyor. Medeni memleketlerin birçoğunda, kadından esirgenen bu hak, bugün Türk kadınının elindedir ve onu yetki ve liyakatle kullanacaktır.
Erkeklerden kurduğumuz ordumuzun hayat kaynaklarını kadınlarımız işletmiştir. Çift süren, tarlayı eken, kağnısı ve kucağındaki yavrusu ile yağmur demeyip, kış demeyip cephenin ihtiyaçlarını taşıyan hep onlar, hep o yüce, o fedakâr, o ilahi Anadolu kadını olmuştur.
Bundan ötürü hepimiz bu büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı, şükranla ve minnetle sonsuza kadar aziz ve kutsal bilmeliyiz.
Bizim sosyal toplumumuzun başarısızlığının sebebi, kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlikten ileri gelmektedir. Yaşamak demek faaliyet demektir. Bundan dolayı bir sosyal toplumun bir organı faaliyette bulunurken diğer bir organı işlemezse o sosyal toplum felçlidir.
İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan oluşur. Mümkün müdür ki bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki bir cismin yarısı toprağa bağlı kaldıkça, öteki yarısı göklere yükselebilsin...
Ülkemizde Atatürk sayesinde kazandıkları haklara rağmen O’na acımasızca saldıran kadınlar da maalesef mevcut...
İslam nüfuslu birtakım ülkelerde kadınlar baskılarla, dayatmalarla cebelleşirken Atatürk'ün kurduğu coğrafyada özgürlüğüne kavuşmuş, istediği şekilde yaşayabilen ancak utanmadan Atatürk'e dil uzatan kadınlar da yok değil...
Kazandıkları onlarca haklara rağmen birtakım kadınlar, çarşaf içinde, peçe altında tanınmayacak şekilde bulunmayı tercih etmektedir...
Bunlardan bazıları ise isterler ki; eşlerinin 3. ve 4. karıları olsunlar, şahitlikleri yarım sayılsın, mirastan da yarım pay alsınlar...
Bunlar nankörün önde gidenleridir...
Atatürk’ün Kadınlar İle İlgili Sözleri...
- Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürüklenmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın.
- Zaman ilerledikçe, ilim geliştikçe, medeniyet dev adımlarıyla yürüdükçe; hayatın, asrın bugünkü gereklerine göre evlat yetiştirme’nin güçlüklerini biliyoruz. Anaların bugünkü evlatlarına vereceği terbiye, eski devirlerdeki gibi basit değildir. Gerekli özellikleri taşıyan evlat yetiştirmek, pek çok özelliği şahıslarında taşımalarına bağlıdır. Bu sebeple kadınlarımız, hatta erkeklerden daha çok aydın, daha çok feyizli, daha fazla bilgin olmaya mecburdurlar!
- Kadının en büyük vazifesi analıktır! İlk terbiye verilen yerin ana kucağı olduğu düşünülürse, bu vazifenin ehemmiyeti layıkıyla anlaşılır.
- Dünyada hiç bir milletin kadını “Ben Anadolu Kadınından fazla çalıştım. Milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu Kadını kadar emek verdim,” diyemez!
- Milletimiz güçlü bir millet olmaya azmetmiştir. Bunun gereklerinden biri de kadınlarımızın her konuda yükselmelerini sağlamaktır. Bundan dolayı kadınlarımız ilim ve fen sahibi olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün öğretim basamaklarından geçeceklerdir.
- Bir toplum, bir millet erkek ve kadın denilen iki cins insandan meydana gelir. Mümkün müdür ki, bir toplumun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça, diğer kısmı göklere yükselebilsin!
- Dünyada her şey kadının eseridir.
- Bizim dinimiz hiç bir vakit kadınların erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir! Allah’ın emrettiği şey erkek ve kadın Müslümanların ilim ve irfan edinmeleridir. Kadın ve erkek bu ilim ve irfanı aramak ve nerede bulursa oraya gitmek ve onunla mücehhez olmak mecburiyet’indedir.
- Kadınlar içtimai hayatta erkeklerle birlikte yürüyerek birbirinin yardımcısı ve destekçisi olacaklardır.
- Kadınlarımız için asıl mücadele alanı, asıl zafer kazanılması gereken alan biçim ve kılıkta başarıdan çok; ışıkla, bilgi ve kültürle, gerçek faziletle süslenip donanmaktır! Ben muhterem hanımlarımızın Avrupa kadınlarının aşağısında kalmayacağı aksine pek çok yönden onların üstüne çıkacak ışıkla, bilgi ve kültürle donanacaklarından asla şüphe etmeyen ve buna kesinlikle emin olanlardanım.
- Tarlalarda erkeklerle birlikte çalışan, kasabalarda pazar yerine giden, yumurta ve tavuğunu satan, ondan sonra kendisine gerekenleri bizzat satın alan, çalışmalarının hepsinde kocalarına yardımcı olan kadınlar!.. Ben bu kadınlar arasında kocalarından daha iyi işten anlayanlara ve hesap yapanlara rastladım.
- Din icabı olan tesettür, kadınların külfetini mucip ve adaba aykırı olmayacak basit şekilde olmalıdır. Tesettür şekli kadını hayatından, mevcudiyetinden tecrit edecek şekilde olmamalıdır!
- Bizim toplumumuz için ilim ve fen lazım ise, bunları aynı derecede hem erkek hem de kadınlarımızın iktisap etmesi lazımdır.
- Kadınlarımız eğer milletin gerçek anası olmak istiyorlarsa, erkeklerimizden çok daha aydın ve faziletli olmaya çalışmalıdırlar.
- Bir toplum, cinslerden yalnız birinin yüzyılımızın gerektirdiklerini elde etmesiyle yetinirse, o toplum yarı yarıya zayıflamış olur. Bizim toplumumuzun uğradığı başarısızlıkların sebebi, kadınlarımıza karşı ihmal ve kusurdur.
- Milletin kaynağı, toplumsal hayatın temeli olan kadın ancak faziletli olursa görevini yerine getirebilir.
- Kadınlarımızın genel görev ve çalışmalarda paylarına düşen işlerden başka, en önemli, en hayırlı, en faziletli bir ödevleri de “iyi anne” olmalarıdır.
SONUÇ:
Türkiye’de kadın dünyası bir bölgeden ötekine önemli ölçüde farklılık gösterir. Ne olursa olsun Türk kadınının kurtuluş öyküsü bitmemiştir, tamamlanmamıştır.
Kadının iş hayatına girmesi, yasal ve siyasal eşitliğe kavuşması, tüm Türk kadınlarını sosyo-ekonomik konum açısından erkeklerle eşit kılmamıştır
Nitekim iyi eğitim görmüş meslek kadınlarının dışında kalan kadınlar için bu eşitlik yalnızca özlemdir. Ne var ki iş ve eğitim olanaklarının arttırılması, değişecek olan ekonomik yapı, siyasal biçimlenme ve her şeyden önce engelleyici geleneksel değerlerden kurtulma, bu eşitliğe gidişi hızlandıracaktır.
İşte o zaman tüm Türk kadınları, tüm haklarını gerçekten ve bilinçli olarak kullanabilecekler, Atatürk’ün kendileri için düşlediği ve onlara layık gördüğü konuma kavuşabileceklerdir. Unutmamak gerekir ki kadının toplumdaki saygınlığı, rolü ve yeri, toplumsal gelişmenin bir ölçüsüdür.
Peygamberimizin “Cennet annelerin ayakları altındadır” sözünün muhatabı olan tüm kadınlarımızın ‘8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü kutlarım.
Unutmayınız ki; her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır...