Yaş 35 yolun yarısı eder demiş şair, bugün otuzlu yaşlara ayak bastım. Yolun neresindeyiz bilinmez ama, artık daha dingin düşünmemiz gerekiyor herhalde. Deli akan kan yavaşlamaya başlıyor. Gözün kör bakamıyorsun, atlayamıyorsun her şeye. Mantık daha çok konuşur oluyor.
Oysa ne hızlı akıyor yıllar.
Daha yaşanmamışlıklar
Sahi nedir yaşamak?
Maziye gömdüğümüz aşklarımız mı, peşinden koşturduğumuz heveslerimiz mi?
İç geçirdiğimiz pişmanlıklarımız mı? Yakalamaya çalışıp ta bir türlü tutamadığımız gençliğimiz mi? Yapamadıklarımızın içimizdeki sızısı mı?.... Aslında bunları çoğaltmak o kadar kolay ki; gönlümüzün sızısını dinlememiz kafi. Pişmanlıklarımız, özlemlerimiz, sızılarımız, ahlarımız-vahlarımız, anıların arasına terk ettiğimiz imkansızlıklarımız, hayatı istediğimiz gibi yaşamamış olmamız, hayatta bir anda yapayalnız kalışımız
Gerçekten yaşamak nedir?
İnsan şimdi daha çok arıyor sevdikleri tarafından anılmayı.
Bir telefon, bir kısa mesaj duygulandırmaya yetiyor.
Bu günlerde daha çok anlıyor hangi dostları vefalı, hangisi hayırsız diye,
Bir tebessümü bütün hediyelerden daha kıymetli kılıyor bu yaşlar.
Hatırlanmış olmak, gözde puslu bir yaş bırakıyor artık.
Daha yaşayacak çok günüm var belki kim bilir. Daha tadacağım özlemler, yalnızlılar, pişmanlıklar, hasretlikler, anlaşılamamış olmalar Kim bilir beklide ölüm bir nefes sonrasında beni beklemekte
Hayat kısa biliyoruz. Yetmiş yaşına gelmiş birine sorsak yaşam nedir diye: bir varmış, bir yokmuş diyecektir eminim. Hayat göz açıp kapayıncaya kadar olan bir zaman dilimiyse, neden bu hayatı kendimize ve etrafımızdakilere zehir ediyoruz.
Hayat geçip gidiyor
Vefasızlıklarla,
Unutulmuşluklarla,
Ve ölüm her an ensemizde bizi bekliyor.