Daraldığım anlarda atlarım arabama, başlarım dolaşmaya. Günlerden pazar. Yine dolaşıyorum. Farkına varmadan bir köye doğru ilerliyorum. Tarlalar gelinciklerle dolu. Radyoda Ahmet Kaya ve ‘sen benim neden sustuğumu nereden bileceksin?’ şarkısını tekrarlarken, ben de köy evlerinin giderek betonlaştığını, bunun da köy ruhunu çirkinleştiğini düşünmekteyim.
Birden beni irkilten manzarayla karşılaştım. Köyün orta yerinde ay yıldız ve şerefe yan yana gururla, ‘mukaddesatım ben’ dercesine karşımda duruyorlardı.
İkilik olmadan birlik olmaz dercesine…
Çirkinlikler birden bire kayboluverdiler…
Ne zaman ay yıldızı dalgalanırken görsem nur yüzüyle annem görünüverir. Kalbimde birden sıcaklık, huzur, ferahlık oluşuverir. ‘İşte ben, bu duyguyum’ huzuru ruhumu kaplayıverir.
Kalp ile göz birleşip damlayı doğuruverdiler.
***
Bendeki bu gururlu duyguyu yaşatan şey neydi? Hangi eğitim bunu bana kazandırmıştı?
Bayrak ve annem… Olabilir mi? Arif Nihat Asya ‘şüphen mi var’ dercesine gönlüme dokunmaya başladı.
Annem ‘oğlum seni ve kardeşlerini hiç abdestsiz emzirmedim’ demişti. Mübarek annem. 14 yaşında evlenmiş, 16 yaşında ikiz kızları olmuş ve 1-2 yaşlarında ikisini de kaybetmişti. Okuma yazmayı kırk yaşından sonra öğrenen canım annem, bana bu muhteşem mirası bırakmıştı. Ne kadar şükretsem azdır.
Gücü erkeklere, zayıflığı da kadınlara yakıştırır Marx. Zavallı Batının nakıs gördüğü kutsal annem, sana ne söylesem kâfi gelmeyecektir. Ama Mevlana seni öyle yüceltmiş ki… ‘Kadın hak nurudur, sevgili değil. Sanki yaratıcıdır, yaratılmış değil’ der. Başka söze hacet var mıdır?
***
Kadın neden hak nurudur? Bilemem…
Aynen tek ağaç olduğumu dayatmaya çalışan Batının ormanda yaşadığımı bilmemek gibi.
Tarik ile refiki, yol ile yoldaşının birleştirdiğini bilmemek gibi.
Önce fark, sonra cem makamını bulmak gerektiğini bilmemek gibi.
Ayrı olanı birleştirdikten sonra tekrar ayırabilmek için Doğuşa gitmek gerektiğini bilmemek gibi.
Ve en nihayet doğduğu yere, ana rahmine gitmesi gerektiğini bilmemek gibi.
Ana rahminin huzurunu yaşamak gibi…
Şehitlik mertebesi gibi…
Şehitlik ve ana rahmi. Ay yıldız ve şerefe gibiler değil mi?
İşte hayatın anlamı bu olsa gerek.
***
Ah Karacaoğlan ‘cehennem yerinde hiçbir ateş yoktur, herkes ateşini yanında götürür’ demişsin ya…
Ateşle bana bakan gözlerimin içi, neden elimdeki ateşime bakım beni sorgularsın.
Gözümün içi ‘Hayatı kaybetmekten daha kötü bir şey vardır: Hayatın anlamını kaybetmek’ demiş ya E.Fromm.
Hayatın anlamı? Ne kadar gizemli bir soru. Değil mi?
Gözümün içi, Defli Tapınağı’nda ‘kendini bil’ yazılıdır. Kendini bilmek kâmil insan olmaktır. Kâmil insan, her şeydeki hayatı idrak eder. Nefs mertebelerinde yükseliş, Ravel’in Bolero’sundaki gibi, sonsuz bir ahenge, barışa ve özgürlüğe doğru bir yükseliştir.
Gözümün içi, yolun bu yol olsun. Aynen senin de benim de arzuladığın ana rahmi gibi…
Son Samuray