Direne Direne…

Tarık Sezai Karatepe

Direne Direne…

Yasir, Batı Şeria"da dünyaya gözlerini açmış; intifadada Gülistan"a kavuşan babasını görmemişti bile. Varsa yoksa Mirac"ın Kalbi"ydi onun için.

Seksen İki"nin Kasabı, uzak yakın akrabalarını, kapı bir komşularını zulm ile bu dünyadan koparırken… o da bir tan vakti Kutlu Kervan"a iltica etmişti.

Nablus"a müjdeli haber tez ulaşmış, şehadet tebriği için binler evine akın etmişti. "Asude bir bahar"dı  pencerelerine dolan. Ravza"dan bir güvercindi eşiğine konan.

Şehitkent, "Errızku Alallah" erleriyle dünyayı faniye bırakıyor… üçler yedilere, yediler kırklara, kırklar yüzlere, yüzler binlere karışıyordu. Bir yüce bahtiyarlıktı Yasir"in ocağına düşen.

Dumanı bir başka tütüyor, mahalleli sanki bir beden olmuş, "Geride kalanlarına" dişlerinden tırnaklarından artırdıklarıyla kol kanat geriyor… takvanın pratiğini yaşıyor, teorisini anlı şanlı teolojicilere(!) bırakıyordu.

Bir göz evde altı can, Nablus Radyosu"ndan saat başı ajansları alıyor… "son dakika"lar hep bir İrem yolcusunu muştuluyor… Kah iki sokak ötede aşure sofralarından bir tanıdık, kah Eriha"da can ciğer bir kardeş son nefesini veriyor, cisminden vazgeçip ismine kavuşuyordu: Adın Şehadet!

Dokuzuna yeni girmiş, yüzünde ayva tüyleri, bakışları kartal, yürüyüşü Velidce… Sözleri dilinden değil Mavera"dan dökülen bir Ziyad yürek Yasir, Cuma"yı iple çeker… Aksa Mescidi"ni görür görmez anasının elinden kurtulur, beyazlar arasında bembeyaz oluverirdi.

Çorabına sakladığı sapanı "Ebabilce" bir güç olur, bir"e on kuvvetiyle siyon şakağında patlardı. Bir keresinde yakayı ele vermiş, “Ya Vedud!” hamlesiyle sıyrılıp tozu dumana katmıştı.

Ölgün mum ışığında yüzünü pencereye dayamış, betona gelen gömleğinin rengi atmış, masraf çıkarmamak için katlayıp saklamıştı.

Uzaktan gelen sesler, dimağına bomba gibi düşüyor… duydukları başka bir dünyada yaşadığı kanaatini uyandırıyordu.

Kemp Deyvid"de Sedat, "vadedilmiş yurt"a harç taşıyor… “Ramses"in torunuyum, Teoder"in onuruyum!”u seslendiriyordu.

Nil"den Fırat"a, Namus"un Ülkesi"ni küfrün masasında kadehliyor… çağlar geçse de insanın değişmezliğini bir kez daha rezilce sergiliyor… Leheb"in çocuklarının huzurunda takdis oluyor, "ebter"lerden yazılıyordu.

Yasir, yumruklarını betona vura vura haykırıyor… arka dişleriyle, ön dişlerini neredeyse yerinden oynatıyordu. “Olamaz, kimse Halik"ıma, halkıma, vatanıma, can yatanıma muhanetlik edemez.”

Hayat mektebinde okumuş, gün görmüş anacığının feraset yüklü kelimeleriyle hayat bulmuş, şok dalgası başından aşıp gitmişti.

Bir Halid hıncı ihaneti yerde komamış, Yasir idolünü bulmuştu.

Travmalar sürüyor… Rabat"ın Telaviv asıllısı savaş baltalarını çıkarınca, “Demek yetiştirip yetiştirip, allayıp pullayıp kavimlerin başına doluyorlar. Şimdi uyanmak vaktidir!” deyiveriyordu. Adı başka, cinsi aynı.

Liyon damızlığı Burgiba, iffete harp açıp sürek avı başlatmış… Topla tüfekle değil belki, lakin muhaberesiyle sokaklara korku imparatorluğu salmış… kaçınılmaz akıbet onu da bulmuştu. “Anacığım, o nasıl Habip; peki ya kimin dostu?”

“Bizde de vardı bir vakitler. Kuzey"de Hakk"ı reddedip, Güney"de teslim olmuş(!) nifak ehlidir bunlar. Yolu aydın olsun! Babandır bize öğreten, bir asil duruşu, özgürlüğü soluyuşu, mazlumu koruyuşu, zalimi kovuşu…”

Frenk"e ülkeyi dar eden Utbe"nin torunları şimdi çöllerde, yüzde doksan iki"nin hesabını veriyorlar. “Nasıl olur da halkın gönlünü fetheder, zafere yürürsünüz? Bundan böyle açık oy, gizli tasnif! Gelsin de Medeni kurtarsın sizleri!”

Yasir, tam da radyoyu un ufak edecekken: “Pireye kızıp yorgan yakma! Irkımız bir, yüreğimiz başka! Tıpkı Alemlerin Efendisi ile Cehaletin Babası gibi… İki ayrı alem: Nur ile ateş, sonsuz mutluluk ile ebedi azap, Firdevs ile Gayya…”

Muhtar"ın ülkesinde bir adamcık çıkmış, “Yeşil ile kırmızıyı sentez yapacağım!” diyormuş. Bilmiyor mu ki: “Eksilttiğiyle ve artırdığıyla baş başa kalacak, bir gün. Niyetiyle baş başa. Yalnız ve baş başa. Hiçbir şeyin fayda vermediği günde baş başa.

İblis"in bile: “Bana zorla mı inandın, çek öyleyse benim gibi…!” terk edişiyle baş başa. Mecusilerle, Baasilerle baş başa.

“Cancağızım niye şaşırdın? Uzantıları yok mu bizde? Yolumuzu çizene kadar, İki Ayağının Gücü Yüreğindeki Adam, biz de gaflet uykusundaydık. Yolu, yolumuz!”

Dünyanın Aydınlığıyla Aydınlandığı Güneş Şehir"de Kral, muvahhidlere göz açtırmıyor, "Bir araya gelirlerse vurun boyunlarını!" buyuruyormuş(!) Kraliyet televizyonunda Gazze"nin adı bile yasakmış! Hahamın Hicaz"daki kolbaşıymış!

“Kaşı kalem, gözü badem oğlum! Şerif Hüseyin"in adamları, saydıkların. Şimdi her biri, bir ırkdaş ülkede şehir eşkiyası. Lavrens"e kucak açıp, birliğimiz tuz buz olup, Pay-i Taht derdest edilince Lordlar"ın necis çizmeleri çiğnedi buraları.

Frenk komutan Garo, Dimeşk"e girdiğinde Hıttin"in öcünü alırcasına Kudüs Fatihi"nin kabrini tekmeleyip: "Kalk Selahaddin, Haçlı Seferi şimdi bitti, biz döndük!" narasını atarken… Esad"ın dedeleri, torunlarına, Hama Seksen İki"yi bırakıyorlardı. Elli bin Sümeyye, elli bin Selami…

İstanbul"un Zarif şairini işitmedin mi, Cahitçe bir yürekle:

“O gün ezan sesi gelmedi; camilerimizden, minarelerimizden

Korktum; bütün insanlar, bütün insanlık adına!”

“Anne! O buraya gelemiyorsa… biz gidelim Bir Halkı Dönüştüren Adam"a. Ne zaman kavuşacak yurdumuzun iki yakası?”

 “Kalpleri değiştirmek O"na mahsus. İnsan, bir vesiledir… vahiyle aradaki perdeyi kaldırmada. Gidelim, umudumuz bir başka bahara kalmadan gidelim. Vakit bizi kuşatmadan gidelim. "Uyku, bizi sarmış zehirli meyve"… Gidelim.

……………….

“Biz geldik!”

“Safalar getirdiniz!”

Gözünü ufka diken adam, dünya şafağına son bir kez bakıyor, bakıyor… Nasipsiz kalleşlik, onu bir fecr vakti masivadan koparıyor…

Geride direnen, direndikçe iki yüz altı karada sınırları zorlayan Ezilenlerin İktidarı"nı, Mustaz"afların Zaferi"ni muştuluyordu.

Nablus, “Ya hayır söyle, ya da sus!”