Son yıllarda sıkça kullanılan sihirli cümle “Dinler arası diyalog” gündemden kalkmıştır. F.Gülen’in öncülük ettiği bu hareketin maskesi düşmüş ve zaten kabul görmemiştir. Din; iyi ve güzel yolu tercih eden akıl sahiplerini hayra sevk eden ilâhî kanundur. Hak din tektir, adı İslâmdır. Yürürlükten kalkmış ve bozulmuş bulunan Musevîlik ve Hıristiyanlık gibi bâtıl dinlerle hiçbir diyaloğ olamaz. Zira din koyucu Hz.Allah, Kur’an-ı kerimi göndererek diğerlerini yürürlükten kaldırmıştır.
Yani “Dinler arası diyalog” ilmen ve dînen mümkün değildir. Sadece hak din İslam mensuplarıyla, batıl dinlerin mensupları arasında Beşerî diyaloglar kurulabilir. Bu diyalog, ticarî, siyasî, irşad ve sair maksatlarla olabilir. Bunun haricindeki “Dinler arası diyalog” hangi gayeye hizmet eder, iyi anlayabilmek için, beş asır önceye bakalım:
15.asırda Timurlenk soyundan gelen, Babür hükümdarı Ekber Şah; bütün dinleri birleştirme iddiası ile İLAHÎ DİN adı altında sunduğu bir takım hezeyanları, din olarak herkese kabul ettirmek istemişti. Kendisinin Allah'ın vekili olduğunu telkin ediyordu. Bu dinde abdest yoktu. Et yemek yasaktı. Domuz eti kutsaldı. Ama kaplan eti yenebilirdi. Şarap mubahtı. Kendisini yeryüzünün önderi görüyordu!
Ekber Şah; oğlu Murad'ın eğitimini Cizvit papazlara havale etmişti. Müslümanlara göz açtırmıyor, gayri-müslimlere müsamaha gösteriyor hatta özeniyordu. Bir ara Zerdüşt dinine girmişti. Karışık ve karanlık bir dönemdi. İslâmiyet içten bozularak, doğuşundan bin yıl sonra üzerine ipek şal örtülmeye çalışılıyor, tahribat günden güne artıyor, İslam güneşi söndürülmek isteniyordu.
İşte o devirde M.1564 yılı Aşûra gününde Hindistan'ın Serhend Şehrinde İmam-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i sânî Ahmed el-Farûki es-Serhendî hazretleri dünyaya geldi. İkinci binin yenileyicisi (Müceddid) olarak hizmete başladı. Ekber Şah'ın İslam dünyasında yaptığı tahribatı tamir için, İmam-ı Rabbânî her türlü sıkıntı ve meşakkate göğüs gererek, sabırla mücadele etti.
Ezelî takdir ile, Altın Silsilenin 23.halkası ve 5 büyük merkezden birisi olan İmam-ı Rabbânî Hazretleri, yetiştirdiği binlerce talebeleriyle, yazdığı kitap ve mektuplarla hem Hindistan'da hem de bütün dünyada yepyeni ufuklar açtı. Dönemin tüm İslam âlimleri, (İkinci binin yenileyicisi) anlamında “Müceddid-i elf-i sânî” ûnvanını taktılar. İslâm fıkhının ve hukûkunun muteber kaynaklarından olan El-fetâva'l-Hindiyye isimli kaynak kitap o devirde seçkin bir ulemâ heyeti tarafından kaleme alındı. Böylece büyük fitne önlendi. İslâm’ın içten yıkımı durduruldu.
Yakın geçmişte 19.Asırda Cemâleddin Efgânî, Muhammed Abduh ve benzerleri, İngilizlerin destek ve beslemesiyle, mezhepleri birleştirme (Telfik-i mezahip) sloganıyla İslâm dünyasında fitne yaymışlar, Vehhabîlik-mezhepsizlik cereyanı başlatarak Müslümanların temiz itikatlarını bozmaya çalışmışlardı. Başta Süleyman Efendi Hazretleri olmak üzere, Ömer Nasûhi Bilmen, Elmalılı Hamdi Yazır, A.Hamdi Akseki, H.Basri Çantay ve Ahmet Davutoğlu gibi ehl-i sünnet ulemâsı zevat; vaaz, kitap ve yazılarıyla bu fitneyi de çok şükür püskürtmüşlerdir.
Geçmişten ders alarak, Fethullah Gülen’in öncülüğünde başlatılan Dinler arası diyalog üzerinde ciddiyetle durmak gerekir. Bu fitnenin yaldızları gelişen son olaylarla birlikte dökülmeye başlamıştır. Museviler ve Hıristiyanlarla diyalog, yakınlaşma, dostluk ve dayanışma acaba nereden kaynaklanmış, hangi noktaya varmıştır? Bunlara el uzatan Hoca Efendi, acaba elini kurtaramıyor mu? İyi araştırılmalı ve çözülmelidir.
Konu hakkında Allah'ın hükmünü görelim: Ey iman edenler,Yehûd ve Nasârâyı yâr tutmayın. Onlar ancak birbirlerinin yârânıdırlar ve siz müminlerden her kim, onları yâr tanır, velî tutarsa, şüphe yok ki o da onlardandır. (Onlara temessül etmiş, onların huyunu kapmıştır. O artık hakk'a değil, onlara ve hevâsına hizmet eder. Netice itibariyle onlardan sayılır. Âhirette onlarla beraber haşr olunur...) Maide 51 Elmalılı tef.3/1712