Son günlerde hayli ilginç tartışmalar yaşanıyor.
Milli Eğitim Bakanlığı ile bazı sendikalar arasında öğretmen açığının ne kadar olduğuna dair polemikler sürüp gidiyor.
Bu tartışmadan önce de öğretmenlik mesleği kutsal mıdır? Değimlidir diye epey yazılıp çizilmişti. Tartışmanın fitilini gazeteci yazar Gülay Göktürk şu cümlelerle ateşlemişti:
Her toplumda farklı mesleklerin farklı toplumsal prestijleri vardır; kimi daha prestijlidir, kimisi daha az... Ama meseleyi prestijli bir meslek olmanın da ötesine götürüp kutsallaştırırsanız, durum problemli hale gelir. Çünkü bu kutsama beraberinde dokunulmazlık isteğini, imtiyaz ve hatta iktidar talebini de beraberinde getirir. Evet, öğretmenlik önemli bir iştir ve işini iyi yapan bir öğretmen, işini iyi yapan her meslek sahibi kadar saygıyı hak eder. Ama hepsi bu kadar.
Bazılarımızın ne kadar canını sıkmıştı bu ifadeler.
Kutsal bir mesleğin mensupları olmak elbette gurur vericiydi. Her ne kadar hak ettiği değeri görmese de başlı başına farklı bir değerdi bu meslek. Yukarıdaki ezber bozan cümleler karşısında sarsılmamak mümkün değildi.
Sorunun kendisi de cevabı da çeşitli sıkıntıları beraberinde getiriyordu.
Ama ortada bir gerçeklikte vardı.
Sormaya cesaret edemediğimiz ama mutlaka sorulması gereken sorular vardı.
Sığınılan slogan cümlelerin içi gerçekten doluyor muydu?
Geniş ufuklu ve fedakâr nesillerin yetiştirilmesinin sorumluluğunu omuzlarda taşımanın bilinci yüreklerde yer etmiş miydi?
Öğretmen önder olup örneklik teşkil edebilmiş miydi?
Hayatın labirentlerinde yolunu kaybedenlere istikamet verebilmiş miydi?
Kendini yenileyerek, üreterek, ürettikçe çoğalarak yüz binlere dalga dalga ulaşabilmiş miydi?
Davasını ekmek davasından daha öteye taşıyabilmiş miydi?
Her geçen gün yozlaşmaya bir adım daha giden süreci iyi yönetmek ve engel olmak için kendi zamanını iyi yönetebilmiş miydi?
Ve en önemlisi bu sorulara verilecek müspet cevapları var mıydı?
Evet, cevabı verecek onbinlerce eğitimci mutlaka vardır.
Peki, hayırcıları nereye koyacağız?
Ya da hafta sonu mecburen Çubuk öğretmen evinde şahit olduğumuz manzarayı nasıl izah edeceğiz?
Sigara dumanları arasında, nefes alıp verebildiğimiz sürede gördüklerimiz bu camiaya hiç yakışmıyordu?
Toplumun önderleri olduklarını iddia edenlerin bu hali hangi evrensel değerle bağdaşırdı?
Hangi bilimsel kıstasla adlandırılabilirdi buradaki fiili durum?
Herhangi bir kutsalla bağı olur mu zamanın kıymetini bilmeden, birkaç kâğıt oyununa heba edilen ömürlerin?
Siz ne dersiniz?