Ayet ve Hadis ışığında yazı serisi
Bu yazımda, Alî İmran suresi 142. ayette Cenabı Hakkın bizlere; “Yoksa siz, Allah, içinizden cihad edenleri ve sabredenleri belirtip-ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?” buyurmasına işaret etmeye çalışacağım.
Zamanımız Müslümanları, yaptığı veya yapabildi ibadetleri ile cennete gireceklerini ve ebedi saadeti elde edeceklerini zannetmektedirler. Şurası unutulmamalıdır ki Allah’ın emirlerinin hepsini yerine getirmekle ancak arzu edilen saadete kavuşulabilinir. Bir ayetin ihmali (yapılmaması) insanı, (Allah vermesin) cehenneme yuvarlayabilir.
Çok duymuşunuzdur. “Ampulü bulan Edison cennete girecek midir?” diye sorarlar. Öyle ya buluş fevkaladedir ve bütün insanlığın yararınadır.
Bir Profesörümüz bu soru karşısında; “Edison, İslam’a (kendini yaratan Allah’a ve onun dinine) inanmamıştır. İkincisi laboratuarda elektrik ampulünü keşfedeceğim diye uğraşırken yanı başında boğazlanan insanların öldürülmesine bigane (kayıtsız) kalmıştır. Çünkü yeryüzünde bugün boğazlananlar milyonlarca insan vardır ve o kenara çekilmiş keşifle meşguldür. İşte o sebeplerden dolayı bu adam cehenneme gidecektir” demişti.
Ben Müslüman’ım diyenlerin bugün Edison’dan farkları, sadece inandım diyerek şahıslarını ilgilendiren ibadetleri yapmış olmalarıdır. Ama maalesef yeryüzünde boğazlanan milyonlarca Müslüman’ın, ırzına tecavüz edilen hanımlarımızın, heder edilen mallarımızın, yeraltı ve yer üstü kaynakları sömürülen ülkelerimizin durumları ile yeteri kadar ilgilenmemekte ve bütün olaylara bigane kalmaktadırlar.
Bugün Irak’ta, Filistin’de, Doğu Türkistan’da, Afganistan’da, Libya’da, Suriye’de ve diğer Müslüman ülkelerde kendi çocuğumuz yaşamış olsa, acaba biz bu kadar bigane kalabilir miydik? Hâlbuki o ülkelerde yaşayan Müslümanların da bizim kardeşimiz oldukları yine rabbimiz bize bildirmektedir.
BİR HATIRA VE BİR TEMBİH
Fuat Türker kardeşimiz anlatmak istediklerimi bakın nasıl şekilde anlatıyor.
“Ahmet amcayı yeni tanıyordum. Başında namaz takkesi, elinde tespihiyle o bilinen dindar Anadolu insanı görünümünde, kendi halinde biridir.
Onunla sohbetimiz din ve dinin ülkemizde ne kadar yaşandığı gibi konularında oldu. Kendisi ile sohbet sırasında bir ara dini çok güzel yaşadığını söyledi ve "ben beş vakit namazımı kılarım. Ramazan'da orucumu hiç aksatmadan tutarım. 10 yıl önce hacca gittik hanımla. Sık sık da umreye gideriz. E, çocukların da hepsini okuttuk, iş sahibi yaptık. Sonra evlendirdik; ayrıca üçüne birer apartman dairesi de aldık. Artık bir on sene sonra da sıra torunlarda..." diyerek özetledi.
Birçok Müslüman gibi o da dini yaşamanın, yalnızca bunlardan ibaret olduğu düşünüyor ve kendini yeterli görüyordu. Ben ise, “rahatça ibadet ediyoruz, huşu içinde namazlarımızı kılıyoruz” diyen Müslümanlara, “başınızı camiden çıkarıp hiç dışarıya bakıyor musunuz?" derken tam da bu anlayış da olanlara sesleniyordum.
"Ne görüyorsunuz… Akan kanları, aç ve susuz insanları, harap olmuş evleri ve içlerindeki yoksul insanları görmüyor musunuz? Ya açlıktan ölen masum çocukları… Peki, tecavüze uğrayan kadın ve çocukların çığlıklarını işitmiyor musunuz?
Biliniz ki yaşadığımız dönem, gaflete kapılma, sessiz kalma, umursamaz davranma, yalnızca kendini ve ailesini düşünme, dünya hayatındaki çıkarların ardına düşme, nefsanî tartışma ve çekişmelerle vakit öldürme dönemi değildir.
Milyonlarca Müslüman böylesine büyük zulüm yaşarken ve çözüm İslam Birliği iken çaba göstermemek vicdansızlık olur.
Her Müslüman, Allah’ın emri gereği, İslam ahlakının yaygınlaşması için gayret etmeli. Dünyada bu sorumluluğu üzerine almaktan kaçınan insan, ahirette bu sorumsuzluğunun altında ezilebilir"
Uzun yıllardır İslam dünyasında yaşanan parçalanmışlığın ve yaşanan zulümlerin önemli nedenlerinden biri, Müslümanların birçoğunun namaz kılmayı, oruç tutup hacca gitmeyi yeterli görmeleri, rahatlarına düşkün olmalarından dolayı özveri isteyen faaliyetlerden uzak durmaları ve diğer Müslümanların sorunları ile ilgilenmemeleridir.
Kur’an da bildirilenden farklı, sıradan ve şevksiz bir Müslümanlığın yaşanması. İmanî zafiyet içinde, kendini beğenen, din ahlâkının yaygınlaştırılması konusunda kayıtsız olan bu yapıdaki insanlar, dünya hayatının para kazanmak, mal- mülk edinmek, evlenmek, çocuk sahibi olmak, çocuklarını yetiştirmek, sonra onları evlendirmek ve mal-mülk sahibi yapmak üzerine kurulu olduğunu zannediyorlar.
CİHADSIZ MÜSLÜMAN OLMAZ
Kuşkusuz bunlar din ahlâkına aykırı davranışlar değil. Ancak bu kişiler, Kur’an ayetlerinde önem ve öncelik sıralaması yapıyor, Kur'an ahlakının gereği gibi yaşanması, anlatılması ve yaygınlaştırılması amacıyla yapılan her türlü girişimde hep geride kalıyor, hatta buna gerek bile duymuyorlar.
İnsanları yanlış olandan sakındırmak, doğruları onlara anlatmak, toplumdaki sapkın görüşlerle fikir mücadelesi yapmak, özellikle yaşadığımız dönemde her Müslüman'ın önemli sorumluluğudur. Bozgunculuk çıkaran, huzur ve düzeni bozan, barışı engelleyen, tüm dünyada şiddet, terör ve anarşiyi körükleyen fitnenin yok edilmesi gereklidir.
Bu da belki topla tüfekle, kanla değil, fikir mücadelesiyle olacaktır. Çünkü asıl hedef fitnenin beynidir! Ve bu mücadele Enfal Suresi, 39. ayetteki emir gereği, “fitne yeryüzünden kalkıncaya ve dinin hepsi Allah’ın oluncaya kadar…” sürecektir, buyrulmaktadır.
Kur'an, evde oturan ya da camiden eve evden camiye bir İslami yaşam modeli tarif etmiyor. Allah'ın rızasını ve rahmetini kazanmak için "mücahit" olma şartlarını getiriyor. Mücahit olmak Allah'ın dinini hâkim kılmak için ciddi bir çaba içinde olmaktır, malı ile canı ile bu uğurda harcamamızı istiyor. Bunun sonsuz kurtuluşun yolu olduğunu söylüyor.
Hala ”Yapabileceğim hiçbir şey yok” diyen ve hatta zulme destek olan Müslümanlara sesleniyorum. "Müslümanların birlik içinde olması için samimi dua da mı edemiyorsunuz?
Buna da cevabınız “hayır” ise hatırlatıyorum; Zulme karşı durmayan, ona rıza gösteren, göz yuman, görmezden gelen ve hatta destek olanlar da, yapılan zulme ortaktırlar"