Cenneti dünyada kurmaya heves edenler, kendi ilke ve tasavvurlarını, icat ettikleri inanç ve Tanrı muhayyileleriyle oluşturmaktadırlar.
Eğer kendi kurguladıkları anlayışlara diğer anlayışlar arasında farklılaşma ve çatışma varsa onu izale etme yolunu seçmektedirler.
Mesele eğer din ve medeniyetse Din, Tanrı ve Peygamber algılarını değiştirip buna uygun zihinler inşa etmek gerekmektedir. Modern zamanların değişim rüzgârından el alıp geçmişteki din anlayışlarını zaafa uğratarak ısrarla ve ilkesizce değişim vurgusu yapılmaktadır.
En zor olanı da var olan ve vahiy kaynaklı sabiteleri değiştirmek.
Zaten Yahudilik ve Hıristiyanlık ne çektiyse bundan çekmedi mi?
Tarihi süreç içersinde değişime ve bozulmaya mahkûm olmuş Yahudiliğin ve Hıristiyanlığın en büyük handikabı Peygamberleri"nin ağzından çıktığı gibi korunarak nesilden nesile intikal eden bağlayıcı öğretilerinin bulunmamasıdır.
Onların sabit metinleri kalmamıştı.
Ya Müslümanların var olan değişmezleri nasıl değişecekti?
Bunun için önce anlayışlarının değişmesi hedef alınmalıydı. Kur"an"a ve Sünnete bakış açısı değişirse diğer paradigmaların değişmesi kolaylaşacaktı.
Bu anlayışın bayraktarlığını yapan yerli bayiler de vahiy eksenli bir yaklaşımdan ziyade, çağdaş değer ve yargılardan hareket ederek modernist/reformist bir anlayışı savunmaktadırlar. Bu bayiler, çağdaş değerlere özenerek yapılan estetik ameliyatlarla nasıl kendilerine benzetilerek yok edilmeye çalışıldığımızı görmezden geliyorlar. Bu sığ aydınlar, onlara benzemeyen uzuvlarımızı da keserek bizi ölüme mahkûm eden cellatlarımıza alkış tutmaya çağırıyorlar.
Truva atına gizledikleri şövalyeleriyle bizi önce değişime, sonra da dönüşüme zorluyorlar.
Bilmelidirler din zaten dinamiktir. Hayatın değişen çehresine yön verir. Kendini güncel kılan bir fıkha sahiptir.
O güncelliği sağlayabilmek ve düşünceyi dinamik kılmak için din anlayışımızın ve tarihi mirasımızın ne övgü ne de sövgü malzemesi yapılmadan yeni bir okuyuşa tabi tutulmasında sakınca yoktur. Batı düşüncesi kendi içinde bu merhaleyi yaşamıştır. Batı felsefinin temelini oluşturan Yunan (Grek) mirasının yerel dillerde yeniden okunması ve üretilmesi sağlanmıştır. Bu gün bilgiden teknolojiye, sanattan siyasete kadar her alanda bu mirasa yeniden yapılan vurgular ve okumalar damgasını vurmuştur.
Eğer bizde de yeni bir okuyuş ve değişim olacaksa bu ancak ve ancak bize ait olmalıdır. Bundan kastımız hem yöntem, hem de içerik itibariyle İslam medeniyetine ait olması gereken bir pradigma olmasıdır.
Sonucun özgün olmasını istiyorsak önce yolu özgün kılmalıyız.
Değişimi ilkesel bazda gerçekleştirmek ve yeni şeyler ortaya koymak için önce kadim olanı keşfetmeliyiz.
Müslüman düşünürlere düşen öncelikli görev de bu olmalıdır.
Değişime ve onun getirdiği problemlere karşı her zaman ilkesel bir yaklaşım geliştirebilirsek değişim bir dönüşüm olmaktan çıkartıp, sürecin altında ezilen değil, o sürece yön verenler olabiliriz.