Bundan 64 yıl önce,16 Haziran 1950 de ülkemizde ezan orijinal aslına uygun olarak, Allah-ü Ekber! Allah-ü Ekber! Diye okunmaya başlanmıştı. Merhum Başbakan A.Menderes; iktidara geldiği 14 Mayıs 1950 den hemen bir ay sonra, Müslümanlara dayatılan “Türkçe ezan” ucubesine son vermişti. Mekânı cennet olsun.
Bilindiği gibi Cumhuriyetin ilk yıllarında, gericilik ve irtica paranoyasıyla, yeni rejimi oturtmak için devrimler yapılırken, dindarlar baskılanarak Ezan, Kur’an ve ibadet dili Türkçeye çevrilmek istenmiş, çeşitli maskaralıklar meyanında tam 18 yıl süreyle “Tanrı uludur, Tanrı uludur” şeklinde ezan dayatılmıştı. Müminlerin yüreğine hitap etmeyen bu uyduruk ezan yüzünden camiler boşalmış, insanlar yönetime kırılmış küsmüştü.
1931 yılı Aralık ayında Atatürk’ün emriyle 9 hafız; Dolmabahçe sarayında toplanarak ezan, hutbe ve kur’anın Türkçe karşılığını hazırladıktan sonra, Diyanet İşleri Başkanlığının 18 Temmuz 1932 tarihli genelgesiyle tüm görevlilere ezanın ve ibadetin Türkçe okunması bildirilmişti. Ancak halk bundan hoşnut olmadığı gibi, cami görevlileri de bu emre uymak istemedikleri için, cezalar hapisler hatta işkenceler görülmüştü. Sonuçta 1941 yılında İsmet İnönü Cumhurbaşkanı, Refik Saydam Başbakan olduğu dönemde çıkarılan bir kanunla “Arapça Ezan” resmen yasaklanmıştır.
Ezân-ı Muhammedî orijinal aslıyla ilan ve çağrı anlamında olup, vahî ile sâbit lâhûti tesiri, ahengi, azameti ile İslâm âleminin ortak dili ve gür sesi olarak alâmet-i fârika bir sembol ve simgedir. Yeryüzünde namaz vakitleri değişik saatlere rastladığı için, her an dünyada yankılanan ezanlarla vakitler bildirilip müminler namaza çağırılırken, bir yandan da bütün cihana İslâm'ın esasları, Allah'ın birliği, Hz.Muhammed'in onun elçisi olduğu ve kurtuluşun İslâmda olduğu açıkca ve yüksek sesle ilan edilmektedir.
Bu görevi âdabına uygun biçimde ve ihlasla yerine getiren müezzinlerin, özellikle ilk müezzin Bilal-ı Habeşî nin derecesi çok yüksektir. İlk 7 müslümandan biri olan ve tüm savaşlara Rasûlüllah'ın yanında katılarak peygamber aşkını ortaya koyan, siyahî Bilal; yanık ve pürüzsüz sesiyle ezan okuduğu zaman, herkes bulunduğu yere adeta çakılır,durup onu dinlerdi.
Hz.Peygamberimizin ehli-beytinden sayılan ve "Miraçta cenneti gezdiğimde bir ayak hışırtısı duydum, bu kimdir dediğimde, Cebrail (a.s.)Bilal-ı Habeşî dedi." müjdesine mazhar olan büyük müezzin, abdestsiz yere basmaz ve her ezandan sonra iki rekat namaz kılardı. Peygamberimizin irtihalinden sonra,onun yokluğuna dayanamayarak Şam'a göç eden ve uzun süre orada kalan Hz.Bilal bir rüya görür:
Rüyasında Resûlüllah (s.a.v.)"Bu uzaklık neden ya Bilal? Beni ziyaret vakti gelmedi mi?" buyurdu. Bilal hemen uyandı ve Medine'ye doğru yola çıktı. Vardığında özlem ve hasret dolu yanık sesiyle okuduğu ezanı duyan bütün Medine ahalisi büyük heyecanla, adeta Resûlüllah'ın hayatta olduğu günlere geri dönmüşler ve göz yaşlarına boğulmuşlardı. Hatta bütün müslümanlar mescid-i nebevi'ye toplanarak ağlaşmışlar, kimileri Resûlüllah'ın hayata geri döndüğüne yemin edecek derecede bir düşünceye kapılmışlardı.
18 yıllık tangır tungur "Tanrı uludur" zulmünden sonra, 16 Haziran 1950 de Menderes tarafından ezan serbest bırakılınca, cennet vatanımızda aziz milletimiz adeta bayram etmiş, sevinç gözyaşları dökmüştür. Halk sanki esaretten kurtulmuşcasına sevinçle camilere,meydanlara koşmuş, yüreğinden akıp gelen coşkuyla birbirine sarılarak kutlamış ve hep bir ağızdan defalarca "Allah-ü Ekber! Allah-ü Ekber! sedaları yeri göğü inletmiştir.
Prangaların kırılıp milletin önü açıldığı o kutlama günlerine dair, yaşayanların anlattığ en çarpıcı hatıra; Sultanahmet camiinde cuma gününe rastlar. O gün minarelerin 16 şerefesi müezzinlerle dolmuş, her biri Allah-ü Ekber! Allah-ü Ekber diyerek ezanı ayrı ayrı uzun süre okuyor, Sultanahmetteki 10.000 kişi cemaat gözyaşları içinde avluya fırlıyor, hep birlikte tekbir getiriyor ve bayram ediyor.
Ruhumun senden ilâhî, şudur ancak emeli;
Değmesin ma'bedimin göğsüne na-mahrem eli!
Bu ezanlar ki, şehadetleri dinin temeli,
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli. (M.Akif Ersoy)