“Müslüman tatil yapmazdan geldiğimiz nokta; her fırsatta tatil yap.”
“Müslüman herkesin içinde denize girmezden; senin denizin sana, benim ki de bana, -sanki her bir kaç adımda denizim sınırları değişiyormuş gibi-“
“Müslüman’ın sporu güreş, yüzme ve okçulukturdan ; sporun her türlüsü sağlığa yararlıdır.”
Bu şekilde transformatik metaforları çoğaltan açılımlara yelken açan bir ruh haletiyle başlar her yaz.
Bir yandan “Ben gönlümü eylerim, gerisi Allah Kerim” düsturuna ilkesel form verirken, diğer yandan bütün başkaları bir araya getiren “ bir başkadır benim memleketim”in ispat-ı vecibesinde geçen günleri “Memleketimde bir yaz, bu konuda ne yaşarsan onu yaz” diye tazyik yapan bir düşünce haliyle kaleme almak istedim.
İzmir’de Kordon boyu yürümek “out” (demode, modası geçmiş) olmuşta bizim gibilerinin haberi yok. “in” (moda) olan ne derseniz, bir koşu Bostanlı sahili yapın derim. İğne atsanız düşmez, ne zaman mı gecenin on birinde.
Bostanlı’dan bir iki kilometre yukarı çıkarsanız mesela Gümüşpala Mahallesi’ne memleketin mozaiğin sadece bir sokak başında görürsünüz. Konyalısı, Karslısı, Siirtlisi,Manisalısı… Eksik olan İzmirlisi.
Gençleri ismi ile müsemma, pala gibi bıçkın. Bu semtte öğretilen kural: İki adım ötende de olsa, hiç bir kavgayı ayırmaya kalkma, yoksa kavga eden iki tarafta kendi kavgalarını bırakıp sana dönerler.
Biz de içimiz kanayarak bu yaşta öğrendik bu kuralı. Neyse delikanlıların kavgasında kan çıkmadı. Taraflar bir iki saat sonra, ya da ertesi gün yine sarmaş dolaş. Söylemeden geçmeyelim, seçimden sonra bir hafta geçmiş olmasına rağmen Gümüşpala Selahattin Demirtaş’ın resminin hala asılı, Tayyip Erdoğan’ın resminin ise hemen indiği bir yer.
Düğün bitti, sür arabanı Fethiye’ye, ama Bodrum üstünden. Bitez Yalısı türküsünü yerinde söylemeden Bodrum’u ziyaret etmiş olamayız. Koyu, boylu boyunca açıktan yüzerek ulaştığım tarihi Bitez Camii, sahile sıfır konumu ile bol turistli, bol biralı paradoksunda bir müslüman kahrolmuyorsa, sekülerleşmiş beton kalbindendir.
Günü birlik Bodrum trafiği sadece Ahmet Hakan’ı çıldırtmıyor. Biz yine son çıldıran olmak için gösterdiğimiz sabırla üç yüz metreyi otuz dakikada geçip, bir saatlik sürüşten sonra Milas üstünden Köyceğiz deltasına tepeden bakıyoruz, elimize kar suyundan nar şerbeti. Dilimizde yine nakarat “ bir başkadır benim memleketim” şarkısı. Virajları tek tek inip Erkayalar beldesine geçerken taze valencia portakalını tadarken bir kez daha tekrarlıyoruz.
İtiraf ediyorum, ilk kez muhafazakar bir otelde tatil yaptık. Fethiye’nin Çiftlik beldesinde bir dostumuzun tavsiyesi ile geldiğimiz bu otel, son yıllarda sezonda aşırı fahiş fiyat çeken diğer otellere göre gayet ekonomik, temiz ve manzaralı. Çoğu öğrenci personelde hem sempatik, hem de gayretli. Neyse havuzdaki yalnızlığımızı su topu maçları ile edindiğimiz tatil arkadaşları ile giderdik. Başta ne demiştik bütün sporlar….
Fethiye’ye gidilirde Ölü Deniz’e gitmeden olmaz, tabii otopark bulabilirsen. Fethiye’deki bütün koylar gibi burasıda paralı. Kişi başı 6 TL. Ölüdeniz’de ne mi yapılır, insan yığınından uzaklaşmak için açılınır, sonra baştan başa yüzerek karşı kıyıya geçilir; suda sırt üstü yatılıp Babadağ’dan atlayan paraşütler tek tek sayılır. Kaç tanemi ? Tamamını bilemem amma aynı anda havada 20-25 tane olduklarını söyleyebilirim. Fethiye’de son aktivite, Tilos harabeleri, Yakapark, Saklıkent’te kanyon yürüyüşü ve rafting. Rafting dedimse eskiden Çubuk’ta 70’li yıllarda baraj kapakları açıldığında çayda lastik şampellerle bir kaç yüz metre yaptığımız maceradan daha heyecanlı değil.En azından buradaki. Siz, siz olun pazarlık yapmamazlık etmeyin, sünnettir. İki kişi 50 TL’ye özel rehber alarak 5 km gittik dersem inanırsınız değil mi!
Ilgaz sen yüce bir dağımızssın. 41 derece sıcak Akdeniz sahilinden yedi saatlik yol, bir gece ev molasından sonra, sen ne serin geldin. Cennet vatanım, bir köşesi güneşten yanarken, bir tepesinde soba yanar.
Ilgaz, işte öyle bir dağ, kuytuya yatmış yirmi metrelik ladin çamlarının altında. Sevenlerine cömert mi cömert, ormancısına kereste, tatilcisine böğürtlen, fındık ve ciğerilerinizin son alveoluna kadar oksijen verir. Izmir’den, Mersin’den 8-10 saatlik yoldan gelenlere tersine bir tatil imkanı, Ankara’ya sadece iki saat.
Erkayalar’dan, Küre-Ersizler’e uzanan yolcuğumuzda ulaşatığımız yer size Alpleri hatırlatır. Bir kaç kilometre gidince Hamamcı Kadı Salih Reis’in diyarı İnebolu’ya, oradan Karadeniz’in Anamur’u Abana’ya ulaşırsınız. İnebolu sokaklarında Osmanlının 19. Yüzyılını, Kurtuluş Savaşının yurtsever direnişini koklarsınız. Dönüş yolunda Bozkurt, Devrekani’den geçer Karadeniz dağlarının gün batımındaki dehşetengiz manazarasında kendinizden gider, bagajınıza koyduğunuz saf çam balı ile bu topraklara olan bağınızın canlı anısını kahvaltılarınıza taşırsınız.