Bir MİLLETİN beka davası SİYASAL iktidarların “doğruları ve de yanlışları” üzerinden temellendirilemez.
BEKA davası bir milletin topyekûn ve organik bütünlük içinde sürdürülebilir gelişmesi büyümesi beşeri sermayesinin artırılması ahlaki moral ve değerlerinin kalitesi ve de iç ve dış güvenliğinin teminatı ile mümkün olabilmektedir.
Kısaca bir MİLLETİN beka davası ne münhasıran siyasal iktidarlara ne ekonomik kalkınma planlamalarına ve ne de sadece güvenlik güçlerinin zindeliğine bağlayabiliriz.
Bir MİLLET
Siyasal iktidarlarını değiştirebilirler ekonomik kalkınma planlarında muvaffak olamayabilirler ya da içerde ve de dışarda askeri mağlubiyetlere de uğrayabilirler. Bu neticeler bir milletin HAYAT sahnesinden çekildiği ve iddiasını yitirdiği anlamına gelmez. Bu gibi fiziki mağlubiyetler kesilen sakal misali yeniden daha da gür bir şekilde yerine gelebilecek nitelikteki neticelerdir.
ANCAK manevi ahlaki moral inanç kültür ve medeniyet değerlerini yitiren MİLLETLER biyolojik afetlerin eklenmesi ve kötü liyakatsiz ve muhteris yöneticilerin ihanetleri ile hayat sahnesinden silinip gidebilirler. Tam tersi olarak da yöneticilerin ehliyet ve liyakatleri milletin tarih coğrafya kültür ve medeniyet değerleri ile taçlandıkça ve milletin sivil damar gelenekleri ile bütünleştikçe topyekûn büyüme ve gelişme sağlanabilmektedir.
Bu temel tespitlerden sonra
ÜLKEMİZİN beka davası üzerine birkaç söz söylemek yerinde olacaktır kanaatindeyiz.
Her şeyden evvel bir siyasal İKTİDARIN kendini milletin BEKA davası olarak pazarlaması
Büyük bir KADER vakıasının küçük ve kesintili eylem ve icraat süreçlerine indirgenmesi çok çok sakıncalı bir RETORİK pazarlamasıdır. Böylesi bir bakış açısı MİLLETLERİN hayatında çok büyük hayal kırıklıklarına ve umutsuzluklara yol açabilir. Böylesi bir hal milletlerin moral değerleri üzerinde çok büyük çöküntülere sebep teşkil edebilir.
İkincisi MİLLETLER kendi topyekûn gelişme büyüme ve üretim süreçlerini siyasal iktidarların küçük hizmet ve çıkar anlayışlarına bağlar ki böyle bir anlayış ile milletlerin sağlam temeller üzerinde topyekûn bir gelişme büyüme yapması mümkün gözükmemektedir.
Üçüncüsü de eğitimde kültürde sanatta sağlıkta moral ve ahlaki değerlerde TOPLUMLAR siyasal iktidarlardan bağımsız bir şekilde kendi sosyolojik dinamikleri içinde gelişip büyüyüp serpilmeleri gerekmektedir.
Tıpkı ANADOLU yarımadası ve hinterlandının Selçuklu ve de Osmanlı dönemlerinde siyasi ve askeri güçlerin ötesinde VAKIF gelenekleri olan ahilik ve fütüvvet teşkilatlanmalarında olduğu gibi sivil toplum örgütleri ile İSLAMLAŞMASI ve de MİLLETLEŞMESİ sağlanabilmiştir.
Şimdi de
İç politikada NELER oluyor ve de dış politikada NELER olmaktadır sorularına kısaca bir göz atalım.
İç politikadaki İÇ BARIŞ çabaları ile birlikte hala bir HUKUK devleti olamayışımız ve de EĞİTİMDE yazboz politikaları TÜRKİYE iktidarlarının her zaman yumuşak karnını teşkil etmiştir. Böylesi bir hal ve şartlarda iken siyasal iktidarların SİYASİ dil ve üslubu olan retorik çok fazla sert otoriter ve de ötekileştirici olarak algılanmaktadır. Bu da toplumda hızlı bir kamplaşma ve de kutuplaşmaları kamçılamakta DEVLET kurumları aşiret kavmiyet tarikat ve cemaatlerin ideoloji ve çıkarları doğrultusunda PARSELLEDİĞİ bir alan haline gelmektedir.
Dış politikadaki ENTEGRASYON çabalarımız yumuşak güç kullandığımızda hiç problem teşkil etmezken, kaba güç kullanmaya başladığımızda sert dil ve üslup takınıp herkese MEYDAN okumaya başladığımızda etrafımızdaki alan küçülmekte ÇEMBER daralmaya başlamakta gelişme büyüme ve entegrasyon için kendimize has ALAN kalmamakta ve güneş çarığı çarık ayağı sıkmakta ayakta başı ağrıtmaktadır.
Henüz TÜRKİYE “bilgi teknoloji ve sermaye tasarrufunda” G 20lerin içinde 17 sırada ancak D 8lerin içinde değildir. Bu nedenledir ki siyasal iktidarın ilk ON içinde olmalıyız hedefi çok yerinde ve de gerçekçi bir hedef teşkil etmektedir. DEVLETİMİZİN İç ve diş politikalarını böylesi bir hedefi gerçekleştirmek üzere yeniden DİZAYN etme ihtiyacı da ap açık ortadadır.
Bizler sivil toplum örgütleri olarak siyasal iktidarların payandası olmaksızın her siyasal partiye eşit mesafede partiler üstü bir konumda durarak ÜLKE meselelerini daha bir objektif görebilmekte ve çare ve de çözümler üretebilmekteyiz. Yeter ki siyasal iktidarlar ve muhalefette olanlar bizlerin çalışmalarını ve de önerilerini dikkate alsınlar kulaklarını tıkamasınlar gözlerini kapamasınlar.
“Gölge etme ihsan istemeyiz” diye çok güzel bir atasözümüz de vardır.
Tarih boyunca “SİVİL DAMAR ulema” her zaman için mevcut İKTİDARLARDAN himmet beklemeden daima topluma örnek ve önderlik yapagelmişler ve de siyasal iktidarlara da EBU HANİFE geleneğinde olduğu gibi sağlam bir duruş ortaya koyarak tavsiyelerde bulunmuşlardır.
Bizler hiçbir art niyet ve ikinci bir ajanda taşımaksızın böylesi bir sivil damar hizmeti MİLLETİMİZE bir borç bilerek sürdürme gayretkeşliği içindeyiz.
Böylesi bir çaba ve gayretin uyandırıcı yol gösterici olduğundan hiç kimsenin şüphesi olmaması gerekmektedir. Daha açık bir ifade ile siyasal İKTİDARLARA ve de MUHALEFETE olan eleştirilerimiz YIKICI değil bilakis YAPICI bir niyyet taşımaktadır.
“öküzün altında buzağı arandığı” dönemlerden geçmekteyiz ki bu nedenle böyle bir açıklamayı zaruret olarak telakki edip bir an önce EVİMİZİN içini HUKUK mantığı içinde temizlemeliyiz ve de tanzim etmeliyiz diyoruz.
Sonuç olarak
Olduğumuz gibi görünerek ve de göründüğümüz gibi olarak yani kendimizi abartmadan ve de düşmanlarımızı çoğaltmadan yumuşak gücümüzü sürekli ve sürdürülebilir tüm zaman ve mekan dilimlerinde DEVLET aklını akıllıca kullanarak çaba ve gayretlerimizi organik bütünlük içinde toplumla iç içe bütüncü bir kalkınma anlayışı ile devam ettirebilmeliyiz.
Bir “MİLLETİN beka davasını” siyasal iktidarların basit doğruları ve de basit yanlışları üzerinden değerlendirme yapmaksızın TARİHİN seyir süreçlerini dikkate alarak daha bir derin sosyolojik dinamikleri gözlemleyerek ve de tetikleyerek topyekûn bir bakış açısı ile değerlendirme yapma durumundayız.
Vesselam