Nereye gidiyoruz yazı serisi
1900’lü yılların başında, başına sarılan iç ve dış gailelerle sarsılan Türkiye, kendi derdine düşmüş, Libya gibi, Fas ve Tunus gibi ülkenin birer parçaları olan bu vatan topraklarına İttihat ve Terakkinin gafleti ile İtalyanlar, İspanyollar ve Fransızlar abanmış, onları koparmak için uğraşmaktaydılar. Bu arada mukaddes beldelerimizden olan Filistin’e de Yahudiler ayak başmış, orada bir mütecaviz devlet kurma peşindeydiler.
Libya, Fas, Tunus ve Cezayir, Osmanlıyı parçalamak ve Müslümanları güçsüz bırakmak için yapılan işgallerdi. Hâlbuki Filistin, İsrail’in Siyonizm’in Dünya hâkimiyeti için yaptığı bir çalışma idi. Bu işgal hem mukaddes beldelerimizden biri olan Kudüs’ün işgali ve hem de Yahudi’nin dünya hâkimiyeti kurması çalışmaları olduğundan çok daha önemliydi.
29.Eylül.1923’te Filistin de bir Britanya mandası (İdareyi İngilizler ele aldı) kuruldu. Bu arada Balfour Deklarasyonu yayınlanarak bazı değişikliklerle “alavere dalavere…” ile Filistin uluslararası hukukun parçası yapıldı. Sonra bu yapıyı sessiz sedasız Yahudilere terk ettiler. Bu arada zaman zaman Müslümanlar, Yahudiler tarafından saldırıya uğradılar. Çoluk, çocuk, genç-yaşlı, kadın-erkek demeden katliamlar yapıldı. 14.Mayıs.1948 de İngiliz Komiserinin Filistin’den ayrılmasıyla orada İsrail Devleti kuruldu.
Güya Uluslara arası denen bir yapı vardı ve bunlar, Yahudilerin şiddet eylemlerine kesinlikle ses çıkarmazken, Filistinlilerin hak arama gayesi ile yaptıkları yasal eylemlerine itiraz ediyor ve bastırılmasını istiyorlardı.
1946 da kurulan ve bir kanser gibi yayılan İsrail, Filistin topraklarını 60 yılda ne hale getirmiş.
İSRAİL’İ İLK, CEZAYİR’İ SON TANIYAN
Terörizmi, devlet politikası yapan İsrail devletini, ilk tanıtan kim oldu, dersiniz?
Evet… Şimdi sıkı durun. 28.Mart.1949 yılında İsrail’i ilk tanıyan devlet Türkiye Cumhuriyeti oldu. Bu sırada ülkemiz, “Milli Şef” İsmet İnönü tarafından yönetiliyordu.
Ülkemiz üzerinde oynanan en alçakça oyunlardan biri, terör belasıdır. Bu kere terör daha bir organize ve daha büyük desteklerle her gün daha gün yüzüne çıkmaktadır. Şimdi de Ülkemiz üzerindeki Sevr planlarından hiçbir zaman vazgeçmeyen emperyalist güçler, sık sık oynadıkları terör belası yine sahneye konmuş bulunmaktadır.
Bunların ülkemizdeki taşeronu PKK idi ve bu terör örgütü eliyle ülkemizi istikrarsızlaştırmaya, insanımız arasına nifak tohumları ekmeye çalıştılar. Bu yüzden binlerce yavrumuzu ve insanımızı PKK terörüne kurban verdik. Yüreklerimize ateş, ocaklarımıza hüzün düştü. Bu ülkenin kalkınması, bu milletin refahı için harcanabilecek milyarlarca dolar, terör belası yüzünden heba oldu gitti.
BİR ANI VE ÖNEMLİ BİR TESPİT
O günlerde (1965) Güneydoğu bölgemizde görevli bulunan DSİ Diyarbakır bölge müdürü Yüksek Mühendis Recai Kutan beyin yaşayarak şahit olduğu bir olayı dinleyelim.
“Mardin’in İdil kazasına gitmiştim. Burası suyu, yolu ve hiçbir şeyi olmayan bir kaza. Affınıza sığınıyorum. Hayvanlarla, insanlar aynı göletten su içiyorlardı. Burası, Türkiye’nin bile memur gönderemediği bir yerdi.
Baktım “Bomboz” insanlar ilçede dolaşıyorlar. Biri kadın diğeri erkek iki bu kişinin kimler olduğunu öğrenmek istedim. Kaymakam’a sordum;
“Bunlar kimlerdir?” Kaymakam bey; “Amerikalılar” dedi. Amerika’dan gelmişler, Barış Gönüllüleriymiş(!)
Oysa ortada savaş falan yok. İnsanlar bin yıldır orada huzur, barış ve kardeşlik içinde yaşıyorlar. Savaş olmayan yerde barış gönüllülerinin ne işi var? Bu cevap karşısında merakım iyice arttı. Kaymakam’a; “Bunlar ne yapıyorlar burada?” diye sordum.
Erkek olanı mezra mezra dolaşıp köylülere sözde tarım teknikleri öğretiyormuş. Kadın olanı da İngilizce hocası imiş.
Barış Gönüllüleri projesi, Kennedy tarafından hazırlanmıştı. Türkiye’nin ABD ile 1962 yılında yaptığı ikili anlaşma sebebiyle Türkiye’ye, 1962 – 1972 yılları arasında 10 yılda 1585 Barış Gönüllüsü gönderilmiş.
“Meslekleri çoğunlukla antropolog, dil bilimci ve tarihçi olan gönüllüler, 27 ay süreyle görev yapmaktaymışlar. Sonradan yazılan kitaplar, yapılan araştırmalar ve bazı barış gönüllülerinin itirafları, bunların aslında ne yaptıklarını net bir şekilde ortaya koyuyordu. Bunlar o bölgenin (tabiri caizse) sosyal haritasını çıkardılar. Bölgedeki hassasiyetleri, etnik ve mezhep ihtilafları, anlaşmazlıkları tek tek tespit edip raporladılar.”