Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un Bakanlar Kurulu'na verdiği brifingden sızan bilgiler, askerin Kürt sorunu üzerindeki ipoteğini kaldırdığını gösteriyor. Her şeyden önce tablo umut verici. İlk defa asker, kendi inisiyatifi ile terör konusunda bilgi vermek, kendi bakışını aktarmak ve en önemlisi yeni önerilerde bulunmak üzere hükümetin karşısına çıkıyor. Uyumlu, koordineli ve bütün parçaları ile birbirini tamamlamak üzere duran düzenli bir devlet görüntüsü. Asker ve hükümet arasında devlet kurumları kadar kurumlaşmış bir rekabeti ve bazen alttan alta süren bir savaşı izlemeye alışık olanlar için büyük yenilik. Ben bu tabloyu "tek devlet" olarak özetliyorum. Devlet, kendisinin varlık sebebi olan vatandaşının güvenliğini sağlama görevi konusunda ilk defa tek devlet gibi hareket ediyor. İkincisi, bu yeni kurumsal yapının bir uzantısı ve tamamlayıcısı olan terörle mücadele vizyonu. Genelkurmay Başkanı, Türkiye'nin yaşadığı en ağır sorunu, ilk defa terörün sınırlarını aşarak tanımlamaya girişiyor. Söyledikleri dikkatle okunduğu zaman bir etnik sorundan, yani Kürt Sorunu'ndan bahsettiği ve terörün Kürt sorununa çare bulunmadan durdurulamayacağını düşündüğü anlaşılıyor. Aktarılanlar doğru ise Başbuğ, kültürel haklar konusunda adım atılmasını istiyor. Demokratik açılımlardan bahsediyor. "Ekonomik ve sosyal şartların iyileştirilmesi" kalıbını farklı bir çerçevede dile getiriyor. Dinin yapıcı rolüne temas ediyor. Kuzey Irak bölgesel yönetimine karşı, işbirliğine açık bir dil kullanıyor. 25 yıl önceki Genelkurmay Başkanı (aynı zamanda devlet başkanı) giderayak Kürtçenin konuşulmasını yasaklayan bir kanun çıkarttırmıştı. Bugünün Genelkurmay Başkanı TRT'de Kürtçe yayınına bir önce başlanmasını istiyor. Genelkurmay Başkanı'nın dile getirdiği vizyon, Türk Silahlı Kuvvetleri'nde kurumsal bir dönüşümü temsil ediyorsa, Kürt sorununun çözümüne çok yaklaştık demektir. Çünkü bugüne kadar bu sorunun çözümsüzlüğe mahkûm edilmesinin sebebi, sorunun salt bir iç güvenlik sorunu, yani terör sorunu olarak tanımlanması ve sadece askerî yöntemlerle çözüleceğine inanılmasıydı. Kürt sorunu, siyasî-sosyal veya ekonomik bir sorun olmaktan önce insanî bir sorun. Bu insanî sorun da, her insanın en temel hakkı olan anadilin sınırsızca kullanımına getirilen sınırlamalarda düğümleniyor. Asker bugüne kadar bu alanın önünde aşılmaz bir sed oluşturuyor ve "hak verirsek bölünürüz" gerekçesine sığınıyordu. Şimdi bu engelin kalktığı anlaşılıyor. Askerin terörle mücadelede düştüğü bir zaaf veya aldığı bir yenilgi yok. Sadece, artık bu yolun Türkiye için çıkmaz sokak olduğunu görüyor. DTP'nin tırmandırdığı kitlesel terörün, Türkiye'ye ödeteceği bedeli fark ediyor. Terörle mücadele askerin işi değil. Çünkü terör öncelikle siyasî bir belâ. Siyasî bir belâyı defetmenin çaresi ise yine siyaset. Nitekim siyasî sorumluluğu üstlenen liderler, Kürt sorununun çözümü için siyasî açılımlara giriştiler. Özal'ın, Demirel'in ve en son Başbakan Erdoğan'ın 2005'teki açılımlarını hatırlayalım. Orgeneral Başbuğ'un koyduğu perspektifin içinde bu açılımların hepsi duruyor. Genelkurmay Başkanı'nın bu sivil vizyonu, Türkiye için büyük bir şans. Siyasî iktidarın önünde sivil siyasî çözümler için artık engel bulunmuyor. Hükümete düşen, acilen bir demokratik açılım paketini gündeme getirmesi. Bu açılımın içinde anadilin kullanımına dair bütün sınırlamaların kalkması ve dağdakilerin dönmelerini sağlayacak bir af yasası mutlaka yer almalı. Başbakanlık'ın basına sızan bilgileri yalanlamış olması, Başbuğ'un sivil bir vizyon ortaya koyduğu gerçeğini değiştirmiyor. Öyleyse umut edeceğimiz çok şey var demektir. DTP, yaklaşan mahallî seçimlerin telaşı ile sağı solu ateşe vermekle meşgul. Çare, Kürtlere yönelik yeni ve sağlam bir mutabakat çağrısı. Bu sefer Kürtleri, Türkiye'nin eşit ve onurlu vatandaşları olduklarına inandıralım. Bunun için ise önce bizim inanmamız lâzım.