Asırlarca 3 kıta, 7 denizde hükümran olmuş, büyük bir imparatorluğun vârisleriyiz. Temelleri; Hakkaniyet, adâlet ve Kur’an prensiplerine oturan Osmanlı nesli olarak, şan ve şereflerle dolu köklü bir tarih ve kültür birikiminin temsilcisiyiz.
Hiç bir zorlama olmadan, cihada mâ’ruz kalmadan, aklı-selîmiyle, büyük ecdadımız Karahanlılar döneminde, Sultan Abdülkerim Buğra Han önderliğinde, İslâmiyeti mânevî irşatla kabul etmiş nasipli bir milletiz.
Muhtelif etnik ve mezhebî guruplar; îlayı-kelimetullah uğrunda birleşerek, 1000 yıldır mücadele etmiş, can vermiş, hatta yüz binlerce evladını şehitlik ve gazilik mertebesine eriştirmiş büyük bir milletiz.
Osmanlı Devleti, küçük bir uç beyliğinden muazzam bir DEVLET-İ ALİYYE haline bu ruhla gelmişti. İlim, sanat, fen, edebiyat, mimarî gibi alanlardaki hamleler bu güç birliğinin eseridir.
Osmanlı insanının asıl hedefi ma’nevî tatmindi. Gaye, rıza-i ilâhî idi. Hayatları boyunca, mal mülk biriktirmek, zenginleşmek yerine, hayır ve hasenatta yarışma yolunu tercih etmişler, bu maksatla vakıf eserler kurmuşlar, fethettikleri her yeri imar etmişler, hayırla yâd edilmek gayesiyle cemiyete faydalı nesiller yetiştirmek için, ilim irfan müesseseleri, külliyeler kurmuşlardır.
Ecdadımız Osmanlılar; açtıkları medrese, dârül-fünun vb. müesseselerde; din, hukuk ve edebiyat ilimlerinden, matematik, cebir, tıp astronomi, fizik gibi fen bilimlerine varıncaya kadar, hemen her sahada ileri gitmişler, cihan devleti süper güç haline gelmişlerdi.
Kânunî Sultan Süleyman zamanında Osmanlı devleti; Viyana önlerinden Yemen’e, Cezayir’den Kafkaslara kadar, geniş bir coğrafyaya yayılmıştı. Sultan Süleyman han çıkardığı kânunlardan ve bilhassa kanun ve adalete saygısından dolayı, “KÂNUNΔ lakabını almıştı. Avrupalılar ise kendisine “Büyük Türk” ve “Muhteşem Süleyman” ismini vermişlerdi.
Kânunî Sultan Süleyman şahsına ait küçük bir sandığın, ölünce kabrine konmasını vasiyet etmişti. 1566 da Zigetvar seferinde vefat ettiğinde, İstanbul’a getirilerek, Süleymaniye camiinde, Şeyhul-islam Ebussuud efendinin kıldırdığı cenaze namazını müteakip, haziresine defnedileceği sırada, sandık kabre konmak istenmişti. Ancak konu ulema arasında ihtilafa sebep oldu. Sandık açıldı. İçinden fetva belgelerinin çıkması üzerine, Ebussuud efendi; “Ey Süleyman!Sen hesap günü cevabını hazırlamışsın. Ya benim halim nîce olacak?” deyip ağlamıştı. Dünyayı titreten kudretli hükümdarın, uhrevî hassasiyetine bakınız!.
Osmanlı Padişahları: Halifelik sıfatlarıyla birlikte, büyük salahiyetleri olmasına rağmen, adaletten ayrılmamışlardır. Devlet işlerinde yetkilerini Vezirler vasıtasıyla kullanıp, Divan toplantılarında Başkanlık, savaş meydanlarında Başkumandanlık yaptılar. İslam Devlet nizamında mevcut olan hukuk ve fetva çerçevesinde imparatorluk yönetildi. Asla bunun dışına çıkmadılar.
Din ve vatan sevgileri her şeyin önündeydi, bunda çok hassas idiler. Ertuğrul Gâzi ile Abdülmecit efendi hariç tutulursa, Osmanlı hanedanına mensup 36 padişah vardır. Yerli ve yabancı insaf sahibi tarihçilerin ittifakıyla, bu Padişahların 2 ana özelliği vardı:
1- Hepsinin samimi Müslüman olmaları,
2- Korku hissine yabancı olmaları.
Farklı meziyetleri olanlar vardı, ancak dinine ve milletine saygısız olan hiç yoktu.
Anadolu’da binlerce yıllık tarihi boyunca Hititler, Etiler, Asurîler, Romalılar, Karahanlılar vs. pek çok medeniyet yaşamıştır. Bütün bu medeniyetler; Osmanlılar döneminde, İslam medeniyetiyle bütünleşip, süzülmüş, billurlaşmış, ANADOLU KÜLTÜR VE MEDENİYETİ doğmuştu. Bilim adamları, tarihçiler, ünlü seyyahlar ve araştırmacılar bunu hayranlıkla ifade etmişler, ciltler dolusu kitaplar yazmışlardır.
Böylesine zengin, köklü ve şanlı bir mîrasın üzerinde oturan bizler; ecdadımızı minnetle, şükranla sevmek ve hayırla anmak zorundayız. Aynı zamanda, onlara lâyık olmaya çalışmalıyız.
Çeşitli entrikalarla sinsice tefrika sokularak, gaflet ve cehaletin girdabında boğulan ve dağılan Osmanlının küllerinden doğan büyük milletimiz; morfinle uyutulan Arslanın uyandığı gibi, yavaş yavaş ayağa kalkmaktadır. Memnuniyetle görüyoruz ki, kadınıyla, erkeğiyle, genci, yaşlısı farklı etnik ve mezhep gurupları, tarih şuuru ve Osmanlı ruhuyla silkelenip kendine gelmekte, barış ve huzura doğru yürümektedir.
Ülkemiz; dirayetli idareciler sayesinde istikrar adası gibi dünyanın dikkatini üzerinde toplamıştır. Müslüman Türk Milleti nerede bir sıkıntı varsa oraya koşmakta, Orta doğudan tutun, Afrika’ya, Balkanlara, Kafkaslara kadar tüm mazlumlara el uzatmaktadır. Terör sona erip, sosyal ve ekonomik sorunlar çözüldüğünde, dünyada hatırı sayılır süper güç olacağımız bir gerçektir. Barış yolundaki bu tarihî fırsatı kaçırmamalıyız.