‘’Rabbül âlemin adını yüreğimize nakşederek sürecek bir yaşamla ve onun adıyla son bulacak hayatını bizlere nasiplendirsin. Hakikati haykıracak derin bir nefes yüreğinden çıkanı titrememeden konuşabilecek tok bir sesi bizlere şereflendirsin.’’
Başlığımızda da belirttiğimiz üzere İstiklal Marşı şairimiz, şairimiz diyoruz fakat şair kimliğinden öte bir devlet adamı, muallim, vaiz gibi birçok meslek ve alanda da varlığını gösteren hayatını tüm zorluklara rağmen sabrıyla taçlandırmış mütefekkir Mehmet Akif’in hayali olan ideal ettiği Asım’ın Nesli’nden çok söz ediliyor.
Akif’in eserlerini topladığı Safahat kitabında ‘’Asım’’ adında uzun bir manzum şiiri var. Safahat içinde 6.kitap olarak yer almış 100 sayfadan fazla uzunca bir bölümdür. Ana hatlarını ayrıntılı olarak çizdiği ideal bir gençlik prototipi oluşturan bunu da ‘’Asım’ın Nesli’’ olarak nitelendiren Mehmet Akif bu ayrıntıda;
‘’Asım’ın Nesli derken; sahip olduğu iman, irfan, fazilet ve terbiye ile vücut bulmuş; bilgi ile donanmış, karakterli, ahlaklı, vatanını milletini tarihini seven bunlara sahip çıkan, dahası bunları yüceltmek için tüm imkânları seferber edebilen bir gençlikten bahsediliyor.’’
O halde;
-Kimdir bu Asım soruyoruz?
-Sembolik bir isim mi yoksa kahraman mı?
-Ya da Asım ismi bilmediğimiz bir şey mi ifade ediyor?
Ankara Tacettin Sultan Dergâhında ‘’Korkma’’ diyerek başladığı marşımızın mısralarını yazarken ufukları karanlık, safha safha yıkılmakta olan bir vatanın geleceğine dair umut ışıklarını ateşlerken, bizlere nasıl ki ‘’Korkma’’ diye başlayıp derin anlamlar bıraktıysa ‘’Asım’ın Nesli’’ diye adlandırdığı neslin sadece şiirinde geçen hayali bir kahraman olmadığından bir sahabe ismi olan Asım İbni Sabit’ten bahsettiği apaçık ortadadır.
‘’Arıların koruduğu sahabe olarak’’ olarak ünlenmiş sahabenin hayat hikayesi çok manidardır ve kaynaklardan araştırdığımız kadarıyla şöyledir;
Hz. Asım, Ashab-ı Kiram'dan (sahabelerden), peygamber efendimizin arkadaşlarındandır. Hayatının büyük bir bölümü, Allah yolunda ilim ve cihatla geçmiştir. Hicretten önce de Müslüman olmuştur. Kız kardeşi Cemile, Hz. Ömer’in hanımıdır.
Uhud savaşında müşriklerin sancaktarlarından Müsafi bin Talha ile kardeşi Haris bin Talha'yı ok ile öldürdü. Tam olarak her şey böyle başladı ve Hz. Asım bu iki kardeşi öldürmesi üzerine bunların anneleri Sülafe binti Sa'd, Hz. Asım'ın kafatasından şarap içmeyi nezrederek yemin etti ve onun başını kendisine getirene yüz deve vermeyi vaad etti.
Uhud savaşında bazı yakınları ölen müşrikler de, Müslümanlardan bunların intikamını almak istediler ve alçakça bir plan hazırladılar. Hemen amaçlarına ulaşmak için de planı tatbike koydular ve bu maksatla bir heyet Medine'ye giderek Resûlullahın huzuruna çıkıp ricada bulundular:
- Ya Resûlallah! Bizim kabilelerimiz, İslamiyeti kabul ettiler. Yalnız Kur'an-ı kerim öğrenmek için öğretmene ihtiyacımız var. Bize İslamiyeti, Kur'an-ı Kerimi öğretecek kimseler yollar mısınız?
Peygamberimiz bu durum karşısında kendilerine, 10 kişilik bir öğretmen heyeti yolladı. Başlarında, Asım bin Sabit’in bulunduğu bu heyet vakit geçmeden yola koyuldular. Bu öğretmenler kafilesi, geceleri yürüyerek, gündüzleri gizlenerek Hüzeyl kabilesi topraklarında, seher vakti konakladılar. Bu sırada yanlarında bulunan Adal ve Kare kabilesi heyetinden biri, bir bahane ile yanlarından ayrıldı. Hemen Lıhyanoğularına gidip haber verdi. Çok geçmeden heyetin etrafı sarıldı. 200'den fazla silahlı eşkıya oradaydı. ’’Bize öğretmen lazım!’’ diyenler, çekip gittiler. O güzîde Müslümanları, eşkıya ile karşı karşıya bıraktılar. Lıhyanoğulları mensupları, esir ticareti ile geçinirlerdi. Bu sebeple, "Teslim olun! Canınızı kurtarın!" teklifinde bulunuyorlardı. Asıl niyetleri onları Mekke'de köle olarak satmaktı. Böylece çok para kazanacaklardı. Çünkü Mekkeli müşrikler kendilerine, yakaladıkları her Müslüman için değerinden fazla ödeyeceklerini söylemişti. Bunu Müslümanlar da duymuşlardı.
Asım ve heyetteki arkadaşları, hiç bir zaman müşriklerin ne sözlerini, ne de akidlerini kabul ederiz, diyerek müşriklerin tekliflerini reddettiler.
Ve daha sonra Asım dedi ki:
- Ben hiçbir zaman müşriklere el sürmemeye ve müşriklerden hiçbirini de kendime dokundurmamaya karar vermiştim. Onların sözlerine kanarak kâfirlere teslim olmam.
Sonra ellerini açarak şöyle dua etti:
- Allahım! Peygamberini durumumuzdan haberdar et! Ölmekten korkmayız.
Allahü teâlâ, Hz. Asım'ın duasını kabul buyurdu ve Resûlullah efendimiz onlardan haberdar oldu.
Asım müşriklere haykırdı:
- Biz ölmekten korkmayız! Çünkü dinimizde basiretliyiz. Ölünce şehit olur, cennete gideriz.
Müşriklerin ileri gelenlerinden Süfyan bağırdı:
- Ey Asım, kendini ve arkadaşlarını zayi etme, teslim ol!
Asım bin Sabit ok atmak suretiyle cevap vererek:
- Ben güçlüyüm hiç eksiğim yok. Yayımın kalın teli gerilmiştir. Ölüm hak, hayat boş ve
geçicidir. Mukadderatın hepsi başa gelicidir. İnsanlar er-geç Allaha rücû edicidir.
Hz. Asım'ın sadağında yedi ok vardı. Attığı her ok ile bir müşriki öldürdü. Oku bitince birçok müşriği mızrağıyla öldürdü. Öyle bir an oldu ki mızrağı da kırıldı. Hemen kılıcını sıyırdı, kınını kırıp attı. Bu, "ölünceye kadar mücadele edeceğim, teslim olmayacağım" manasına gelirdi.
Sonra da şöyle dua etti:
- Allahım! Ben bugüne kadar senin dinini koruyup hıfzettim, sakladım. Senden bu günün sonunda, benim etimi, vücudumu koruyup, hıfzetmeni niyaz ediyorum. Çünkü Uhud'da öldürdüğü iki kardeş olan Haris ve Müsafi' bin Talha'nın anneleri Hz. Asım'ın kafatasından şarap içmeye yemin etmiş ve kafasını getirene yüz deve vermeyi vaad etmişti. Müşrikler bunu biliyorlardı. Asım’ın ve diğer ashabın Allah Allah nidaları, dağları inletiyordu. İki yüz kişiye karşı on mücahit ölesiye çarpışıyor, yanlarına yaklaşanlar yaptıklarının cezasını görüyorlardı. Asım en sonunda iki ayağından yaralanıp yere düştü. Kafirler, Asım’dan o kadar korkmuşlardı ki yere düşünce bile yaklaşamadıkları için uzaktan ok atarak şehit ettiler. O gün orada mevcut bulunan on sahabeden yedisi şehit oldu, üçü esir edildi. Lıhyanoğulları, Sülafe binti Sa'd'a satmak için Asım’ın başını kesmek istediler. Fakat Allahü teâlâ, Hz. Asım’ın duasını kabul buyurdu ve mübarek cesedine müşrikler el süremediler.
Allahü teâlâ bir arı sürüsü gönderdi. Bulut gibi Asım’ın üzerinde durdular. Hiç bir müşrik yanına yaklaşamadı. Ve müşrikler; ‘’Bırakın akşam olunca arılar onun üzerinden dağılır, biz de başını alırız, dediler.’’
Akşam olunca Allahü teâlâ hiç bulut yok iken bir yağmur gönderdi. Görülmemiş bir yağmur yağdı. Sel geldi ve Asım’ın cesedini alıp götürdü. Ne kadar aradılarsa da bulunamadı. Bunun için müşrikler Asım’ın hiçbir yerini kesmeye muvaffak olamadılar. Lıhyanoğulları bir sahabeyi taşa tutarak onu da orada şehid ettiler. Arıların, Asım'ı korudukları hadisesi zikredildiği zaman Hz. Ömer: - Allahü teâlâ elbette mümin kulunu muhafaza eder. Asım, sağlığında müşriklerden nasıl korundu ise Allahü teâlâ da ölümünden sonra onun cesedini muhafaza edip müşriklere dokundurmadı. Bunun için Asım bin Sabit anılırken, "Arıların koruduğu sahabe" diye anılırdı. Hayatının irfanını, vatanına, milletine ve İslama adamış büyük mütefekkir Mehmet Akif gerek yaşantısında gerekse eserlerinde de bu durumu nakış nakış işlediğini görebiliyoruz. Bunu Asım diye nitelendirdiği gençliği aslında sahabenin hayatından bir parça olarak görmekteyiz.
Bizlere de bu hususta, Allah’ın kelamını tüm hücrelerimize işlemeyi, bu ruhu kendine ödev bellemeyi ve bu şuuru yüreğimizde hissederek, kalp ile tasdik etmeye çalışan gençlerden olmayı dilemek tek temennimizdir.
Kültür Emperyalizminin başta gençler olmak üzere hepimizin üzerine kor gibi işleyip, sis bulutu gibi çöktüğü bir durumda bizlerin kendi kültürümüzden uzaklaştırmaya, milli-manevi unsurlarımızı değersizleştiren bu değersizliği hissettirmeyen adeta bir kanser hücresi gibi hızlı ve sinsi ilerleyen bu sistem, değerli varlığımız son kalemiz ‘’aile’’ kurumumuzu hedef almış ve sosyolojik olarakta çöküşe sürüklemektedir.
Bu tür çalışmalarıyla bize zarar veren zedeleyen dahili ve harici her türlü güce şah çekebilecek vaziyeti kendinde bulabilen gençler olarak duruşumuzdan vazgeçmeyip,
Hayatın bir imtihan olduğunu bilmeli, bu zamandaki imtihanımızı iyi anlayabilmeli ve o düstura göre bir hayat ikame etmeliyiz. Bu sebeple;
Mehmet Akif’in;
‘’Asım’ın Nesli diyordum ya nesilmiş gerçek; İşte çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek.’’
Dizelerini yukarda bahsettiğim mevzuyla daha iyi anlamalı, kendimize nail olabilecek şekilde hissetmeli ve idrakinde olmalıyız.
Asım’ın Nesli bir genç; İslam temelleri üzerine inşa edilmiş bir gençlik hareketi ülkenin geleceğinde söz sahibi olacak şekilde kendini ruhen ve fiziki olarak güçlü bir örnek şahıs teşkil edecek şekilde kendini donanımlı ve hazır hissetmelidir.
Asım’ın Nesli bir genç; Güçlüdür, bu gücünü şahsi çıkarları için değil milli menfaatleri gözeterek ve onları yüceltecek şekilde aynı zamanda bu gücünü toplum sorunlarını analiz edip, çözebilecek vaziyette kullanmalıdır.
Asım’ın Nesli bir genç; Sahabenin hayatında belirttiğimiz gibi ölümün hak olduğuna inanan dünyalığın boş, kibirli bir yaşamı haram bilmeli ve tüm ruhuyla Allah rızasını düşünen elindeki tüm imkânları eksiksiz kullanan yedi oku ile müşrikleri devirebilecek güçte, okları bitince mızrağıyla mücadele edecek kudrette, mızrağı kırılınca Allah’a yalvaracak kadar takva sahibi bir vazife içerisinde olmalıdır.
Asım’ın Nesli bir genç; Ashab’ın bu yaşamını imtihanıyla beraber hatırlamalı ve gençliğinin en iyi vakitlerini kalbini kirletmeden 7 oku ile değil sahip olduğu tüm imkanlarla 70.000 okuyla mücadele edebilecek mücahit ruhta olabilmeli, sağlam ama kafası kopmuş bir ruhu yaşatmaya çalışan oluşumlara da karşı da tavrını koymuş, niyetini almış şekilde ‘’sen bizim dualarımızı kabul eyle’’ diyen kişidir.
Ve geriye vasiyet niteliğindeki bu yaşamlar bizlere her zaman milli-manevi değerlerimize bağlı, çağını kavramış, bilgi ve beceriyle donanımlı şuurlu gençler olmayı, Allah kelamını, peygamber efendimizin sünneti seniyyesini, sahabenin çilesini, Mehmet Akif’in ideallerini, gerçekleştirmeye bu hususta da Kur’an ve Sünnet ekseriyetinde bir yaşamla varlığımızı gösterecek azimde olmayı nasip eylesin.
Son olarak Mehmet Akif'in şu dizeleriyle yazımı özetleyerek bitiriyorum;
‘’Sen ki asımın neslinin, çiğnetme namusunu.
At üstünden korkunun ve gafletin kâbusunu.
Ateşler yakıp Nemrut misali, atsalar seni.
Sakın hâ! Terk etmeyesin, imanını, dinini.’’