Cengiz Aytmatov"un Gün Olur Asra Bedel adlı eserinde bir efsane var.
Mankurt Efsanesi.
Juan-Juan adlı barbar bir toplum, tutsak ettiği kişileri nitelikli (!) köleler haline getirmek için onların belleklerini silermiş. Bunu yapmak için önce tutsağın başını kazır, saçlarını tek tek kökünden çıkarırlarmış.
Bu arada bir hayvan keser deriyi tutsağın kanlar içindeki kazınmış başına sımsıkı sararlarmış. Kuruyup büzülen deri kafayı mengene gibi sıkıp, dayanılmaz acılar verirmiş. Bir yandan da kazınan saçlar büyüyüp dışarı çıkamayınca başına batarmış.
Tutsak başını yerlere vurmasın diye bir kütüğe bağlanır, yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye elleri ayakları bağlı olarak ıssız bir yerde dört beş gün aç susuz bırakılırmış. Beşinci günün sonunda tutsakların çoğu ölürmüş. Kalanlar ise belleklerini yitirirmiş. Tutsak zamanla kendine gelir yiyip içerek gücünü toparlarmış. Ama o artık ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan mankurt olurmuş. Bilinci, benliği olmadığı için, efendisine büyük avantaj sağlarmış. Hiçbir tehlike arz etmeyen, efendisinin emirlerini bekleyen bir köleye dönüşürmüş.
Kendi gündeminden, kendi zamanından ve kendi mekânından koparılmış insanları anlatmanın en güzel yolu bu olsa gerek.
Öykü, bilincini ve benliğini yitirip zamanın ve mekânın dışına itilen insanların öyküsüdür.
Bu durumda geçmiş ile köprüler çoktan atılmıştır. Mekân ise kişinin kendi zihin dünyasının sınırlardır. O yüzden ne yapsa kavrayamaz dünyanın yarısını kucaklayan atalarını. Sadece haritalarda görür, sınavlarda soru olarak çözer. Sınav bitince unutur.
Radyodan Rumeli, Kırım, Yemen türküleri dinler ama niye buralara türkü yaktık bilmeyiz. Hafızalar formatlandırılmıştır çünkü.
Oysa burada doğup büyümüştük ve burada ölecektik. Ama bir türlü beceremiyorduk bu topraklara ait olmayı. Ahmetler, Mehmetler, Ayşeler olamıyorduk.
Kendimize yakıştıramıyorduk artık ağıtlarımızı, isyanlarımızı, türkülerimizi.
Bu acı durumun en büyük müsebbibi aydınlarımız ise zaten mevzilerini milletten uzak kurmuşlar. Barışamıyorlar kendi aidiyetleriyle. O yüzden bu değerleri yok sayıyorlar. Yok saydıklarına saygı duymuyor, öteliyorlar. Dönüştürmeye, dizayn etmeye kısaca toplum mühendisliğine soyunuyorlar.
Yeni değerler üzerinden ki bunlar genelde materyalist değerler bir millet yaratmaya çalışıyorlar. Ya da bu değerlerle uzlaşmayı teklif ediyorlar.
Alabildiğince ciddiyetsiz ve pervasız oluyorlar.
Uzlaşılmasını teklif ettikleri geleneğin yapısından da çark ediyorlar. Mesela Martin Heidegger"den övgüyle bahsediyorlar. O"nun, Bütün Batı metafiziği Eflatun"dan beri yanlış yaptı. Biz Sokrat-öncesi düşünürlere dönmeliyiz deyip, Batılı geleneğin yeni baştan yapılanmasını istemesini felsefi bir hakikat olarak alıyorlar.
Ama bu gün Farabi"nin Medinetü"l Fazıla"sından yola çıkıp günümüze hitap eden bir siyasi ve iktisadi cevap üretilmeye kalkışıldığında gericilikle suçluyorlar.
Ne Batı ile ne de İslam ile düzgün bir ilişki kurabiliyorlar.
Koordinatları hep sorunlu.
Ne doğuda ne batıda sürekli A"raf talar.