40. yılında, her tarafı sahtelik kokan bir 68 efsanesi inşa ediliyor. Eskilerde kalmış bir modanın, masum bir nostaljinin hatırlanması olsa mesele yok. Kutsanan şey şiddetin kendisi. Öyle bir şiddet ki, içinde her şey var. En başta da Ergenekon'un kırk yıl önceki operasyonları. Bu gerçek dışı 68 efsanesi masum değil. Tarihe uyarladığımız ölçüler sağlam olmazsa, geleceğimizi kurtaramayız. O zaman 40 yıl öncesine dair doğru cevaplarımız olmalı:
68 neydi?
1968 yılının Mayıs ayının başında, Paris'te Sorbonne Üniversitesi'nin işgaliyle başlayan gençlik olayları, tarihe özel bir anlamda "68 Baharı" olarak geçti. Bu olaylar, içinde muhalif bütün meşreplerin bulunduğu heterojen bir başkaldırıdır. Uyuşturucunun ve cinsellikte sınırsızlığın ön plana çıktığı "Çiçek çocuklar", yani Hippiler'den, her türlü otoriteye başkaldıran anarşistlere, solun her türünü içeren geniş bir yelpazeye kadar statükoya muhalif her eğilim, 68'in rengarenk dünyası içindedir. İlk defa savaş görmemiş bir nesil, II. Dünya Savaşı sonrasında doğan nesil kendi sesini ve kimliğini aramaktadır.. "Gerçekçi ol, imkânsızı iste" sloganı, 68'in farklı renklerinin tamamını temsil eder. Bu eğilimlerin hepsinin ortak paydası, daha fazla özgürlük arayışıdır.
Paris'te başlayan bu başkaldırı anında dünyanın her yerine yayılmıştır. Batı'da gençlerin ve yoksulların öne çıktığı, liberal-kapitalist düzene bir isyan şeklini alırken, sosyalist dünyada ise Stalinist düzene bir tepki olarak büyür. Bu başkaldırının bir yansıması, Çekoslovakya'da Sovyet tankları tarafından bastırılır. 68 başkaldırısı sosyal sorumluluklar üstlenen Refah Devleti'ni biraz daha ileri bir noktaya taşır. Sendikal haklar ve sol ideolojiler daha güçlü bir toplumsal tabana kavuşur. Hareket başladığı gibi hızla söner.
Peki Türkiye'nin 68 kuşağı, bu evrensel başkaldırının neresindedir?
Hiçbir yerinde değildir. Türkiye'nin 68 kuşağı ile bu evrensel dalga arasında bir bağ kurulamaz. Kurulabilecek tek bağ, gençliğin bir siyasî aktör olarak ilgi odağı haline gelmesidir. Gençler, dışarıdan ilham alan bu ilginin karşılığını bulmaya çalışırken, Avrupa'daki akranlarından çok farklı bir yöne doğru ilerlemişlerdir. Bu yönü belirleyen ise, ordu içindeki cuntalar ve bu cuntaların operasyonlarıdır.
Türkiye'nin 68 kuşağı, 6. Filo'yu protesto olayları ile başlar, 12 Mart 1971'de sona erer. Uzayan kısmında sadece Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamı, Mahir Çayan ve arkadaşlarının Kızıldere'de öldürülmeleri bulunur. İdam olan ve öldürülen gençler, asıl faillerin yanında masumdur. Çünkü bu gençlerin giriştiği adam kaçırma ve banka soyma gibi eylemlerin arkasında 9 Martçılar veya Madanoğlu Cuntası bulunmaktadır. Bu cunta, "ordu-gençlik el ele" sloganı ile üniversite gençliğini, bir burjuva devrimi olan Milli Demokratik Devrim tezinin peşine takmışlardır. Bu cunta mensupları, daha sonra 12 Mart öncesi şiddet olaylarındaki rollerini uzun uzun itiraf etmişlerdir. Mesele ordu içinde iki farklı cunta arasındaki kavgadır. 12 Martçılar 9 Martçıları tasfiye etmiş, sonra "kol kırılır yen içinde" misali, işi kapatmışlardır. Bu cuntanın yönlendirmesi ile eylemler yapan gençler ise kurban edilmişlerdir. 68 kuşağının Türkiye versiyonu, planlanan sol bir askerî darbenin sivil uzantılarından başka bir şey değildir.
Türkiye asıl acıları, yaşadıklarından ders çıkartmayan 68 kuşağının açtığı kapıdan yola devam eden bir sonraki kuşakta yaşamıştır. Ne 68 kuşağının, ne de 70'li yılların bir cinnete dönüşen kitlesel şiddetinin 1968 yılının 3 Mayıs'ında Paris'te başlayan eylemlerle ilişkisi yoktur. Türkiye, sosyal değişmenin başdöndürücü bir hızla yaşandığı bir evrede, devlet içindeki iktidar çatışmalarının kışkırttığı ağır bir travma yaşamıştır.
Ne bir nostalji, ne de geçmişe saygı. Bugün 60-65 yaş civarını yaşayan nesil, kendi geçmişlerini yeniden inşa ediyorlar. Türkiye'nin 68'lileri, gerçeklerle yakından uzaktan ilgisi olmayan içi kof bir masaldan ibaret.