ŞEVKET TANDOĞAN

ŞEVKET TANDOĞAN

HİCRET-3

 

            Cumartesi gününe rastlayan 1433. hicrî yılbaşıyla birlikte karşılayacağımız kutlu muharrem ayına yaklaşırken, İslam âleminde mânâ ve muhtevasıyla çok önemli bir yer tutan hicret konusundaki bu üçüncü yazımda; SEVRİN SIRLARINI VE SONRAKİ SAFHALARI izaha çalışacağım.

            Hz.Peygamberimiz ve hicret arkadaşı Hz.Ebu-Bekir, Mekke yakınlarındaki SEVR DAĞINDAKİ MAĞARADA saklandıkları sırada, kendilerini aramakta olan ve iz sürerek mağaranın önüne kadar gelen silahlı müşriklerin seslerini duyuyorlardı.

            Çok tehlikeli ve riskli bir durumdaydılar. Mûcizevî bir himaye ile Allah’ın yardımı olmamış olsa, yakalanıp linç edilmeleri kesindi. İşte tam bu sırada kendinden daha çok, Allah’ın Resûlü için kaygılanan, korkan ve üzülen Hz.Ebu-Bekir (r.a.) yavaşca; –“Yâ Rasûlellah! Onlardan birisi önüne bakıverse bizi görecek” dedi.

            Hz.Peygamberimiz;“Ey Ebu-Bekir! İki kişiden üçüncüsü Allah(c.c.) olursa akıbet ne olabilir” dedi ve nübüvvet nuruyla kalbine teveccüh etti.

            Ehlince mâlümdur ki; YAKÎN denilen kesin inanış, üç basamaktır.

            1- İLM’EL-YAKÎN= öğrenerek inanmak,

            2- AYN’EL-YAKÎN= görerek inanmak,

            3- HAKK’AL-YAKÎN= bizzat yaşayarak inanmak.

            Sevr’de bunlar şöyle gerçekleşmiştir:

            İman ve sadakatte ümmetin bir numarası olan Hz.Ebu-Bekir (r.a.) zaten, Allah’ın kendileriyle beraber olduğuna ilm’el-yakîn inanıyordu. Rasûlüllah efendimiz de bunu ona söylemişti.

            İkinci basamak olarak; Hz.Ebu-Bekir’in gözlerindeki beşeriyet perdesi kaldırılarak, basireti açılmak suretiyle, Hz.Peygamberimiz ona; “Ey Ebu-Bekir! Şimdi mağaranın diğer tarafına iyi bak” dedi. Mağara engin bir denize açılıyordu ve bir güzel gemi (Sekine) sahilde onları bekliyordu. Artık sadık dost Ebu-Bekir (r.a.) Ayn’el-yakîn inanıyordu.

            Üçüncü basamak olarak; Rasûlüllah (s.a.v.) yüksek himmet ve teveccühle, Hz.Ebu-Bekir’e RABITA VE KALBÎ ZİKRİ tarif etti. Şöyleki; (Diz üstü otur. Gözlerini yum. Dilini üst damağına yapıştır. Kalbini kalbime bağla. (Allah) ism’i-şerifini kalbinle zikretmeye devam et.) Artık letâifiyle ve tüm benliğiyle füyûzata gömülerek FENA-FİLLAH mertebesine seyr-sülük eden Hz.Ebu-Bekir Hakk’al-yakîn inanıyordu. Tamamen rahatlamıştı.

            Seyyitler zincirinin ilk halkası olan Hz.Ebu-Bekir’den söz açılmışken, meşhur muhaddis ve fakih, Ahmed-ibni-Hanbel’in (MÜSNED) adlı eserinde yer alan bir hadis’i mealen nakletmek isterim: Üsame-ibni-Sabit (r.a.) rivayet ediyor. Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor ki;

             “Ümmetimin içinde ebdal olan 33 racül (mübarek zat) vardır. Kalpleri İbrahim Halil’ür-Rahman’ın kalbi üzeredir. Onlardan birisi vefat edince, Allah (c.c.) onun yerine başka bir racül (mübarek zat) getirir.”

            Yine İmam Taberânî’nin El’kebîr isimli hadis kitabında yer alan bir Hadis’i-şerifte; “Şu ümmetimin içinde ebdal olarak 33 racül (zat) vardır ki, onlar sebebiyle yeryüzü ayakta durur, onlar sebebiyle yağmur yağar, onlar hürmetine yardım olunursunuz.” Buyurmuştur.

            Bu hadislerden ve diğer başka kaynaklardan da anlaşılacağı üzere; Hz.Paygemberimizden sonra kıyamete kadar, onun irşat ve tebliğ vazifesine vekil ve varis olarak, Mücedditler, Mürşitler seçilip gönderilmek suretiyle, 33 ALTIN SİLSİLE zuhur etmiştir.

            Üç günlük Sevr ikameti sonunda, pazartesi günü Hz.Peygamberimiz ve Hz.Ebu-Bekir mağaradan çıkarak, görevli kılavuz Abdullah ibn-i Ureykıt ve yardımcı Âmir ibn-i Füheyre ile birlikte Sevr dağından Medine’ye doğru yola çıktılar.

            Kutsal kâbe’nin, zemzemin, arafatın, safa-merve’nin bulunduğu ve doğup büyüdükleri Mekke’den yurtlarını, yuvalarını, sevdiklerini bırakarak ayrılmak elbette çok zordu. İns’ü-cin’nin Peygamberi bindiği deveyi durdurarak, şehre doğru mahzun mahzun baktı. Vatanını seviyordu. Çok üzgündü. Cebrail (a.s.) vahiy getirdi. “Elbette Kur’ân’ı tebliği emreden rabbin, seni yine döneceğin yere (Mekke’ye) döndürecektir.” (Kasas 85) müjdesini verdi.

            Gözü dönmüş müşriklerin amansız takipleri de sürüyordu. İyi iz takip eden, iri yapılı Sürâka isimli, atlı birisi arkalarından yetişti. Ancak atının iki ön ayağı dizlerine kadar yere battı. Kendisi de düşüp yuvarlandı. Süraka durumu anlayıp, EMAN dileyerek geri döndü.

            Ayrıca yakalamak gayesiyle peşlerine düşen, Büreyde ibn-i Suhayb, yanındaki 70 atlı ile beraber, Amim mevkiinde yetiştiler. Onlara Peygamberimizin kısa bir konuşması tesir etti. Hepsi de şehadet getirip, sadık dost oldular. Hatta Büreyde sarığını bayrak gibi mızrağının ucuna bağlayarak, kafilenin önünde Medine’ye kadar yürüdü. Çok dua ve müjde aldı.

            Allah’ın Rasûlü ve yanındakiler uzun yolculuk sonunda, Medine yakınında, bağ ve bahçeleriyle ünlü Kuba beldesinde 2 hafta kalarak mescit inşa ettiler. Diğer hicret edenlerle burada buluşarak, birlikte Medine’ye giriş yaptılar.

            Peygamberimiz (s.a.v.) önde, Hz.Ebu-Bekir arkasında, diğer sahabeler yan taraflarında büyük bir konvoy halinde Şirin Medine’ye girerken, halk sevinçten uçuyor, şehir çığlıklarla çalkalanıyordu.

            Şair ve ediplerin “Ay doğdu üzerimize, ne mutlu bize,” diyerek başlayan dizeleri tüm Medine’lilerin dillerinde sokakları çınlatıyordu. Kendisini ağırlamak için hazırlanan eşrafın tüm davetlerine mukabil, devesi Hâlid ibn-i Zeyd’in evinin yanında çöktü ve orada yerleşti.

             622 yılı Muharrem ayı idi. İşte bu tarih Hz.Ömer’in hilafeti zamanında, 17 yıl sonra, Müslümanlarca hicri tarihin başlangıcı kabul edilmiş, kameri takvim uygulaması başlamıştır.

            HÜDAYA EMANET OLUNUZ. 

Bu yazı toplam 1653 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.