ÇUDEF’ DEN “AŞURE VE BİRLİK GÜNÜ”
Kültür ve Turizm Bakanlığı katkılarıyla Çubuk Dernekler Federasyonu (ÇUDEF) tarafından Çubuk Belediyesi Mehmet Akif Ersoy Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen “10. AŞURE ve Birlik Günü’ne katılım ve ilgi büyüktü.
Şuayip YAMAN
Sunuculuğunu Yunus KANAAT’ın yaptığı program etkinlikleri, Saygı Duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunması ile başladı
Çubuk Camii Kebir İmam ve Hatibi Hafız Nuri AYDIN tarafından Kuranı Kerim Tilaveti ve meali şerifi okundu.
İmam Nuri AYDIN, Ali İmran süresinin 102, 103, 104 ve 105. ayetlerini okudu ve Türkçe meallerini açıkladı:
ÂLİ İMRÂN-102 Ayeti Türkçe Meali: Ey o iman edenler! Allah’a nasıl korunmak gerekse öyle korunun, hakkı ile muttaki olun ve her halde Müslim olarak can verin.
ÂLİ İMRÂN-103 Ayeti Türkçe Meali: hepiniz Allah’ın ipine sıkı sıkı sarılın, birbirinizden ayrılmayın ve Allah’ın üzerinizdeki nimetini düşünün, sizler birbirinize düşmanlar iken O sizin kalplerinizin arasında ülfet husule getirip yanaştırdı da nimeti sayesinde uyanıp kardeş oldunuz. Hem sizler ateşten bir çukurun tam kenarında bulunuyordunuz da o tuttu sizi ondan kurtardı. Şimdi size ayetlerini beyan ediyor ki Allah’a doğru gidebilesiniz.
Âli İMRAN-103 Ayeti Türkçe Meali: Ve hepiniz, Allah’ın ipine sımsıkı tutunun, fırkalara ayrılmayın! Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın; siz (birbirinize) düşman olmuştunuz. Sonra sizin kalplerinizin arasını birleştirdi, böylece O’nun (Allah’ın) nimeti ile kardeşler oldunuz. Ve siz ateşten bir çukurun kenarında iken sizi ondan kurtardı. İşte Allah, ayetlerini size böyle açıklıyor. Umulur ki böylece siz hidayete erersiniz.
ÂLİ İMRÂN-104 Ayeti Türkçe Meali: Sizin içinizden hayra davet eden (mürşitlerden) bir cemaat olsun ve marufla emretsin ve münkirden nefyetsin (men etsin). İşte onlar, onlar felâha erenlerdir.
Âli İMRAN-105 Ayeti Türkçe Meali: Ve kendilerine beyyineler (açık deliller) geldikten sonra, fırkalara ayrılıp ihtilafa düşenler gibi olmayın! Ve işte onlar, onlar için “azim azap” vardır.”
Çubuk Dernekler Federasyonu (ÇUDEF) Genel Başkanı Recep TAŞ yaptığı açılış konuşmasında;
“Hünkâr Hacı Bektaşi Veli Makalat adlı eserinde, “İnsan suya yaramalı, su abdeste yaramalı, abdest namaza yaramalı.
Zira Namaz da Allah'u Teala'ya en yakın olma halidir.” Der. Adeta bir yaşam döngüsünü işaret eder. Bir başka ifade ile hayatta her şeyin bir başka şeye yaraması gerektiğine de işaret eder.
Buradan yola çıkarsak; O halde bizim yaptıklarımızın bu güne kadar bir yararı olmuş mu diye kendi kendime sorup cevaplarını da bulmaya çalıştım.
İnsan bilmediğinin düşmanıdır. Her şeyi dinleyelim ondan sonra karar verelim. Önyargıları yıkalım. Ülkemiz doğduğundan beri yöneticilerimiz “Hep bu gün her zamankinden daha fazla birlik ve beraberliğe ihtiyacımız vardır” diye bahsederlerdi. Bugün bile, “Milli birlik ve beraberliğe ihtiyacımız var” diyoruz. Öyle görünüyor ki bu sözün hiçbir zaman modası geçmeyecek, eskimeyecek, pörsümeyecek. Üzerinde oturduğumuz Anadolu coğrafyası başka bir şeye izin vermeyecek. Nasıl olsun ki, İçimizde her dönemde olduğu gibi hainlerimiz de var, Yezitlerimiz de var.
Bu programla çoraklaşmış duyguları yumuşatmayı hedef aldık.
Biz daima insanı en yüce değer olarak kabul ettik. Onu yüceltmeyi öncelikli görevimiz bildik.
Bir defa düşünelim.
Din iki cihanın saadeti için var. İnsanın olmadığı yerde din neyin iki cihan saadetini verecek. Bu nedenle İnsanın olmadığı yerde bilimin, felsefenin ne önemi var. Yaratılmışların en şereflisi insan değil mi? Eğer inanmış insanlar olarak hepimizin hedefi insan-ı kâmil olmak ise insana değer vermeden o hedefe ulaşmak mümkün mü?
O zaman bu milli ve beraberliği nasıl sağlayacağız.
İmam Caferi Sıddık “Her ay Muharrem, Her yer Kerbela” demiştir. 1500 yıla yakındır süregelen o acı hiç bitmedi. Bugün hala Yezidiler var. Esas itibariyle her insanın fıtratında (yaradılışında) biraz Yezid’lik, biraz Hüseyin’lik var. Bize düşen içimizdeki yezidi duyguyu bastırmak, Hüseyni duyguyu doruğa çıkarmaktır.
Bütün olguları, bütün birlikleri kucaklayan bir düşünce var. Hepimiz İslam’ız; Allah’ımız bir, Peygamberimiz aynı, kitabımız aynı.
Yüce Allah Kur’an’da, “Müslümanlar kardeştir, kurşunla kaynatılmış binalar gibidirler” diye bildiriyor.
Bütün Müslümanlar kardeştir. Diye müjdeleyen Kur’an ile ahir zamanda beni görmeden bana tabi olan insanlar benim kardeşimdir diyen Hz. Peygamberimiz bizim kardeşliğimizin tapusunu vermiştir.
Bizim davamız ne aş ve ne de ekmek kavgası, insan olma kavgasıdır.”
ÇUDEF Yönetim Kurulu üyesi Fatma YILMAZ tarafından hazırlanan İlçemize bağlı köylerde yaşayan vatandaşların selamlama mesajlarının sinevizyon eşliğinde sunumu yapıldı.
Sunumda ilçeye bağlı köyden mahalle olan yerleşim yerlerinden ilçemize yapılan selamlamalar ekrana geldi. Tüm selamlarda “köy” vurgusunun öne çıkması dikkatlerden kaçmadı. Bir zamanlar belde olan Yukarı Çavundurlular bile “Yukarı Çavundur köyünden selamlar “ diye selamlama yaptılar.
İlçemiz Sarıkoz Köyü nüfusundan, Çankırı’nın Orta ve Yapraklı nüfusundan olan şehitlerimize Allah’tan rahmet dileyen Belediye Başkanı Dr. Tuncay ACEHAN ilçemizin tarihi hakkında Osmanlı kayıtlarından geniş bilgiler verdiği konuşmasında; “Tarihte “Çubukabad” olarak geçen ilçemiz 1463 tarihli Osmanlı kayıtlarında 250 köyden ibaret geniş bir alanı kapsıyor.
O zamanki köylerimiz içinde Oğuz boylarına ait 12 köy var.
12 boyun hepsi Çubuk’ta temsil edilmiş. Bu yüzden Çubuk köklü bir yerleşim yeri.
Önce Orta Asya sonra Horasan’dan bütün Türk boyları gelip bu ilçeye yerleşmiş.
Bu topraklarda birlik ve beraberlik at başı gitmiştir. İnsanları Ehli Beyt’e karşı çıkmamıştır.
Hep Yezidilere karşı çıkmışlar, Emevilere karşı çıkmışlardır.
Bu ayrışma nasıl oldu?
Şah İsmail Safevi devletini kurdu.
Müslümanlara Ehli Beyt sevgisi, İslam sevgisi yerleşti.
Şah İsmail, 2. Beyazıt dönemine denk gelir. Anadolu da Sünni-Alevi çatışması Şah İsmail döneminde ortaya çıkmıştır.
Kargın’la, Yukarı Çavundur arasında ne fark var?
Geçmişte yapılan hataları biz asla kabul etmiyoruz.
İstiklal Savaşı’nda, darbelerde ve kalkışmalarda hep birlikte ülkemize sahip çıktık. Düşmanlara karşı omuz omuza birlikte mücadele ettik.
Oy vermiş, vermemiş herkese hizmet götürmeye hazırım ve buna devam edeceğim.
Ahmet Yeseviler, Hünâar Hacı Bektaşi Veliler, Yunus Emreler, Mevlanalar ayırım yapmadan bize birlik ve beraberliği öğrettiler.
Kerbela vakası, dünyada yaşanan en büyük zulümlerden biridir.
Bu yüzden kıyamete kadar Yezide beddua okunacak. Hüseyin ise rahmetle anılacak...”
İlçe Kaymakamı İbrahim ÇENET; “Bu günü birlikte idrak ediyoruz.
Bilindiği üzere Hicri Yılbaşı ile Muharrem ayının 10. gününü Aşure Günü “ olarak idrak ediyoruz.
Aşure Günü’nün acılarımızın yanı sıra güzel günlere de vesile olduğunu görüyorum.
Hocalarımız daha iyi bilirler; Bugüne “Aşure” denmesinin nedeni, Aşure isminin hikmeti olarak, o günde Cenabı Allah on peygamberine on değişik ikram ve ihsanını zikreder.
Buna göre:
1. Hz. Âdem'in (as) tövbesi “Aşure Günü” kabul edilmiştir.
2. Hz. Nuh (as) gemisini Cudi Dağının üzerine “Aşure Günü” demirlemiştir.
3. Hz. İbrahim ateşten o gün kurtulmuştur.
4. Hz. Yakub'un (as), oğlu Hz. Yusuf'un hasretinden dolayı kapanan gözleri o gün görmeye başlamıştır.
5. Hz. Yunus (as) balığın karnından “Aşure Günü” kurtulmuştur.
6. Hz. Eyyûb (as) hastalığından o gün şifaya kavuşmuştur.
7. Hz. Yusuf, kardeşleri tarafından atıldığı kuyudan “Aşure Günü” çıkarılmıştır.
8. Allah, Hz. Musa'ya (as) Aşure Günü’nde bir mucize ihsan etmiş, denizi yararak Firavun ile ordusunu sulara gömmüştür.
9. Hz. Davud'un (as) tövbesi o gün kabul edilmiştir.
10. Hz. İsa (as) o gün dünyaya gelmiş ve o gün semaya yükseltilmiştir.
İşte böylesine manalı ve kutsi hâdiselerin yaşandığı bu mübarek gün ve gece, asr-ı saadetten bu yana oruç ve infak gibi ibadetlerle değerlendirilmiştir.
Medine’de Aşure Günü oruç tutan Peygamber efendimiz, Yahudilerin de oruç tuttuklarını gördü.
Bu ne orucudur? Diye sordu.
Yahudiler, “Bugün Allah’ın Musa’yı düşmanlarından kurtardığı Firavun’u boğdurduğu gündür. Hz. Musa (as) şükür olarak bugün oruç tutmuştur.” Dediler.
Peygamberimiz, “Aşure günü bir gün önce, bir gün sonra da tutarak, Yahudilere muhalefet edin!” buyurmuşlardır.
Şırnak'ta bölücü terör örgütü mensubu teröristlerin saldırısı sonucu şehit olan Yüzbaşı Mustafa ERDAL’ı (33) Ankara Cebeci Asri Mezarlığı’nda (02.10.2017),
Hakkâri Yüksekova'da askeri aracın geçişi sırasında el yapımı patlayıcının PKK'lı teröristlerce patlatılması sonucu şehit olan 4 askerden;
Şehit Piyade Uzman Çavuş Gökhan TOPAL’ı (25) Çankırı’nın Orta ilçesinde (05.10.2010),
Şehit Sözleşmeli ER Olcay ÇELİK’i (22) ise, Çankırı’nın Yapraklı ilçesine bağlı Yüklü Köyü’nde (05.10.2017) son yolculuklarına uğurladık.
Bu evlatlarımız bu topraklar için canlarını seve seve vererek şehit oldular.
İşte bu gün de Hz. Hüseyin’in şehit olduğu gündür. O günü Müslümanlar lanetledi. Hiçbir Müslüman o günden beri çocuğunun adını Yezit koymamıştır.
Yunus Emre bir dörtlüğünde; “Gelin tanış olalım / İşi kolay kılalım / Sevelim, sevilelim/ Dünya kimseye kalmaz." Demişti.
Hepimiz İslam ağacının kollarından geldik. Güneydoğu’da şehit evlatlarımızı Alevi mi? Sünni mi diye ayırt etmedik, etmeyeceğiz de...”
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Özcan GÜNGÖR “İçinde bulunduğumuz bu günlerin İslam tarihinde çok önemi vardır, bu günlerin İslam tarihindeki yeri Muharrem ayı olmasından kaynaklanmaktadır. Bu ay, eldeki verilere göre birçok peygamber için önemli olayların gerçekleştiği, toplumlar için geçmişlerini anlama ve geleceklerine yön verme adına birçok ibretli, acı ve bakış açısına göre de kuşatıcı bir zaman dilimini işaret etmektedir.
Muharrem’in önemine dair nakledilen tarihi olaylara kısaca bakarsak; Hz. Adem'in tövbesinin kabulü, Hz. İbrahim'in Nemrut'un ateşinden kurtulması, Hz. Yakub'un gözleri açılıp oğlu Yusuf'a kavuşması, Hz. Eyyub'un hastalığından şifa bulması, Hz. Musa'nın Kızıldeniz'den geçerek Firavun'un zulmünden kurtulması ve nihayet Hz. Nuh'un gemisi de yine bu ayda tufan sularından kurtularak Cudi Dağı'nda karaya oturmuştur. Yine bir rivayete göre de bu kurtuluşun şükrü olması için geminin ambarında kalan tahılları karaya çıkarıp özel bir tatlı yapan gemi sakinleri, böylece günümüze kadar gelen aşure tatlısını da başlatmış sayılmışlardır.
Doç. Dr. Özcan GÜNGÖR, “Farklılıkların Ahengi, Muharrem” konulu konferansta 3 farklılığı gündeme getirerek önemli açıklamalarda bulundu: Bunlar;
- Alevi ve Sünniler arasında farklılıklar var mıdır?
- Aşure de farklılıklar var mı?
- Kültürel farklılıklardan Kerbela hadisesinde kırgınlık ve düşmanlık var mıdır?
Biz de farklılıklar var mı?
Bütün insanlık topluluk halinde idi. Sonradan ihtilaflardan dolayı farklılıklara düştüler. Evet, farklılığımız var. Bu doğal bir yapıdır.
Hacı Bektaşi Veli, “Allah insanın yaratılışını bir yerden getirdi. Allah, Adem’i 63 topraktan yarattı. Tek topraktan yaratsa idi herkes aynı olurdu.
İmam Şafi hazretlerine birkaç kişi gelip; “Allahın varlığına delilin nedir? Diye sorarlar.
İmam Şafi, Dut yaprağıdır. Çünkü rengi, kokusu ve maddesi bir olmasına rağmen bu bir tek maddeden ipekböceği yer ipek yapar; koyun yer et ve süt olur; geyik yer misk yapar; arı yer bal yapar... Tadı, rengi, kokusu ve nihayet maddesi tek olan yapraktan bu kadar çok eşya yaratan kimdir? Der.
Yememiz, içmemiz, duymamız, görmemiz, yönünden farklıyız.
Yunus Emre “Cümle yaratılmışa bir göz ile bakmayan Şer’in evliyasıysa hakikatte asidir. Şeriat haberini şerh ile aydam işit Şeriat bir gemidir hakikat deryasıdır.”
Yine, “ Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım, sevelim, sevilelim, bu dünya kimseye kalmaz.”
Ve yine Yunus Emre’nin, “ yaratılanı severim, yaratılandan ötürü” sözlerinden dolayı insan farklıdır, anlayışı farklıdır.
Ayrıştırmayı; Düşmanlık, fitne-fesat olarak algılamamalıyız. Başkan Tuncay ACEHAN ne güzel söyledi, “Kargın ile Yukarı Çavundur aynıdır diye”.
Şah İsmail ile Yavuz Selim’e kadar ayırım yoktur.
Türklerin ciğerleri Kerbela deyince yanar.
Muharrem ayı, ne yazık ki tarihte hep kurtuluş, birlik ve Allah’ın mucizelerinin gerçekleştiği bir zaman dilimi de olmamıştır. İşin doğrusu Muharrem’in aktüel değeri ve hatırlanması da biraz da bu acı, nahoş ve lanetlenmesi gereken, aşure gününde can yakıp gönül sızlatan olaylar da olmuştur.
Kendilerini sevmekle sorumlu olduğumuz Hazreti Resulullah'ın aziz Ehl-i Beyti'nin yetmiş iki eşsiz mensubu da aşure gününde Kerbela'da Emevi hükümdarı Yezid ve şürekâsı tarafından şehit edilmiştir. Bu olay düşünüldüğünde Muharrem ve aşure bütün Türkler için gönül yakıcı, vicdan sızlatıcı ve ahlarla, iç geçirmelerle ve mateme ortak olarak ıstırap günümüz haline dönüştürmüştür.
Nakşi Şeyhi, “Kerbela günü herkes ağlar. Peygamberler ağlar. Müslüman olan herkes ağlar. Yıldızlar ağlar. Zamanın tamamı ağlar. Gençler yaşlılar herkes ağlar. Kıyamet gününe kadar herkes ağlar.
Konuyla ilgili olarak Sabahat Akkiraz’ın “Kerbela Şarkısı” vardır.
Kadiri Şeyhi Muzaffer ÖZAK, “Geçmeyiz” adlı şiirinde; Geçeriz dünyâda cân ü cânândan, Kerbelâ'da akan kandan geçmeyiz, Geçeriz ukbâda bâğ-ı cinândan, Kerbelâ'da akan kandan geçmeyiz...” Demektedir.
Türk milleti olarak hepimiz beraberiz. Kerbela acısı yaşanırken bizler henüz Müslüman değildik. Ehli Beyt’den öğrendik. Ve ağlıyoruz.
Türk kültüründe ata’nın hakkı “dört’tür; Anne-baba, kaynana-kaynata...
Dört Halife döneminde bu anlamda kayınpeder-Halife ilişkisine sahipti.
Hz. Ali, Hz. Ömer’e düşman olsa kızın verir miydi?
Hz. Osman, Hz Ali ile düşman olsa, bacanak olur muydu? Birbirlerinin kızlarını oğullarına alırlar mıydı?
Amerikalı Tarihçi Bernard Lewis, “Çatışan Kültürler” kitabında üç kültürün, Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi kültürlerinin, tarihin belli bir anında çatışmasını ele alıyor.
1492 yılı, İber Yarımadası’ndaki İslam egemenliğinin sona erdiği, Yahudilerin bu topraklardan çıkarıldığı ve Amerika’nın keşfedildiği yıldı.
Yazar bu üç sürecin birbiriyle ilişkisini, etkileşimlerini ve sonuçlarını tarihsel bir çerçevede inceliyor. Avrupa’yı merkez alan tarih anlayışını eleştirirken bu kıtanın dünya uygarlığına yaptığı katkıları da görmezden gelmiyor; dogmatizmden uzak, çözümlemeci bilimsel anlayışı ve etkileyici üslubuyla bize bir dönemin çarpıcı bir tablosunu çiziyor.
(Bernard Lewis (d. 31 Mayıs 1916, Londra, İngiltere), Amerikalı bir tarihçidir. Princeton Üniversitesi'nde profesördür. İslam tarihi ve İslam-Batı ilişkisi hakkında uzmanlaşmıştır. Ortadoğu hakkında uzmanlaşmış batılı uzmanlar arasında en çok okunan yazarlardandır. Yahudi kökenlidir ve George W. Bush'un danışmanlığını yapmıştır.)
Cem Vakfı Başkanı Prof. Dr. İzzettin DOĞAN, “1000 yıldır Anadolu’da her türlü kışkırtmaya rağmen birlikte yaşıyoruz. Her şeye rağmen hepimiz birlikte yaşıyoruz. Bunu rahatlıkla ileriye taşıyoruz.
Herkesin, kardeş gibi muamele gördüğü, itibar ve saygı gördüğü adil bir toplum düzeni kurulmasına katkı sağlamaya çalışıyoruz. Siyasi düşüncelerle insanları birbirine düşürerek, farklılıkları zenginlik olarak algılamak yerine bir ayrımcılık vesilesi yapanlara Anadolu halkı fırsat tanımayacağını söylemektedir.
Muharrem orucu sadece Alevilere mi has?
Muharrem orucuna gelince; Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.s) Hazretleri Medine'ye geldiklerinde orada yaşayan Yahudilerin aşure günü oruç tuttuklarını görmüş, 'Bu ne orucudur?' diye de onlara sormuştur: Onlar da cevaben;
- Allahu Teala, Aşure gününde Hz. Musa ile İsrail oğullarını Firavun'un zulmünden kurtarmıştır. Onun için şükür orucu tutmaktayız, demeleri üzerine Peygamberimiz, 'Ben Musa'ya sizden daha yakınım.' buyurarak onun tuttuğu orucu tutmuş, tutulmasını da emretmiştir. Ancak ertesi sene Ramazan orucu farz kılınınca, insanları bu orucu tutma konusunda serbest bırakmış, "İsteyen tutsun, isteyen de tutmasın, bize ait Ramazan orucumuz başladı." buyurmuştur.
Yine bu gelenekte toplumumuzun büyük kesimi tarafından yaşatılmakta ve bilhassa Muharrem’in ilk on gününde oruç tutulmaktadır.
Türklerin yüzde 99’u peygamberlerle ilişkilendiriyor.
İran Caferileri böyle bir şey yapıyor mu? Hayır.
Muharrem orucunu Aleviler ve Sünniler tutar, Ama Caferiler tutmaz.
Aleviler Muharrem orucunda et yemezler, saf su içmezler.
Aşure; kurban eti demektir. Aşureye bazı yörelerde kurban eti de konur.
Aşure; Türkler birbirlerini iki günde bir hatırlar.
Aşure; Hz. Hüseyin ve Hz. Nuh’un tufandan sonra ortaya koyduğu ruhtur. Bunu Aleviler ve Sünniler yapıyor. Caferiler yapmıyor. Caferilerde vücuda zincir vurma ve acı çekme vardır.
Aleviler ve Sünnilerde bu gelenek yoktur.
Bilhassa Türk kültüründe aşure günü ve geleneği çok önemli bir yere sahiptir. Bu günde bütün evlerde, sohbetler ve toplantılarda aşure birliğe, dirliğe vesile edilerek dağıtılır ve böylece tarihte yaşanmış tufan hadisesi ve karaya çıkarak kurtuluş nimetinin şükrü, bir daha zihinlerde canlandırılarak şükretme mesajı da verilmektedir.
Hülasa; Muharrem ve Aşure dediğimizde Alevi-Sünni tarikatlarında farklılık yoktur.
Kerbela acısını sadece Aleviler-Sünniler değil, bütün Müslümanlar yürekten duyarlar.
İşte bu acı günleri yad etme adına Türk Alevileri, bu aya mahsus ve daha çok İslam hukukundaki oruca benzemeyen fakat İmam Hüseyin’in çektiği acıyı hatırlamak, onun derdine ortak olmak için su ve benzeri içecekler içmeden, eğlence, düğün gibi insanın neşesini getirecek eğlencelerden uzak durarak adeta on gün geçmişi hatırlar ve şehitler için dua, zalimler için de lanet okurlar. On günün sonunda da aşure pişirilerek canlara ikram edilir.
Aşurenin sembolik olarak ifade ettiği, farklılıkları eritmeden bir kazan içerisinde ahenkle bütünleştirme esası aslında bütün Müslümanların ihtiyaç duyduğu bir sosyal kontratı hatırlatmaktadır. Hakikaten farklılıkları zenginlik görüp, onları eritmeden ancak onların da yemeğe verdikleri tadın ortak tada katkı sağladıklarının farkında olan bir anlayışla aşure içinde bir unsur olmalarına çok ihtiyaç vardır. Aşureyi bilenler bilir onun içinde her çeşidinden tahıl konur, onların kıvama gelmesi için beklenir ve hiç birinin diğerine bir üstünlüğü söz konusu değildir, zira kimse kendi cinsini seçme adına özgür bırakılmamıştır.
İşte toplumumuz için de böylesi bir aşure tadında ve ahenginde birlik olma zamanıdır. Acıları anlayarak, paylaşarak ve geleceği inşa etmek için de niyetlerimizde aşure bütünlüğünü yakalayarak yeni bir medeniyet inşa etme hayaliyle diyor ve matemde olanların matemlerimi paylaştığımı, hicri yılbaşı olarak kutlayanların yeni yıllarını kutladığımı ve bu ayı ibadetle geçirenlerinde amellerinin makbul olması dileklerimi siz dostlarıma iletiyorum.
Farklılıklarımızı çatışmadan nasıl bir model olarak algılayacağız?
Aşure ve Ebru ile..
Aşure içine tahılları (buğday hariç) atıyoruz. Piştiğinde her biri yerinde duruyor. Ama aynı kazan içinde her birinin ayrı bir tatları var.
Bu gemi bütün mazlumların içinde olduğu bir kazandır.
Ebru sanatında ise; renk farklı farklıdır. Renkler birbirine karışmaz, renkler arasında bir ahenk vardır.
Pir Sultan Abdal, “Tevhit” adlı şiirinde; “...Gir dükkana Pazar eyle/ Her şirindir hezar eyle/ Aya güne nazar eyle/ Ay Muhammed nur içinde.
Ay Ali’dir gün Muhammed/ Okunan seksen bin ayet/ Balıklar Deryaya da hasret/ Çarka döner göl içinde...”
Şah Hatayi (Şah İsmail) “Şu Aleme Bir Nur Doğdu” şiirinde; Şu aleme bir nur doğdu/ Muhammed doğduğu gece/ Yeşil kandilden nur indi/ Muhammed doğduğu gece.
Muhammed anadan düştü/ Kafirler aklı şaştı/ Bin kilise yere geçti/ Muhammed doğduğu gece.
Bizde zemin sağlam. Birliğimizi, dirliğimizi kuvvetlendireceğiz. Bir toplum bu kuvvetleri muhayyer olarak tutmazsa aklını ve ruhunu kaybeder.
Sözün özü, zaman zaman yapılan Alevi/Bektaşi kurultaylarında katılımcılarının ve derneklerinin hangi değirmene su taşıdıklarını bilmeleri gerekir. Ülkemizin uluslar arası alanda gücünün iyiden iyiye artmaya başladığı bu dönemde bu tür taleplerin kime yarayacağını iyi hesap edip, taleplerini demokratik zeminde ve anlayış içerisinde ifadelendirmeleri gerekir. Sözü Mevlana’yla bağlayacak olursak, "kimseyi rencide etmeden akla kapıyı açmak" ve aklın yolundan da aydınlığa ulaşmak bizim elimizdedir.
Bu nedenle karşılıklı iftiralara kesinlikle rağbet etmeyeceğiz.
Mum Söndü Olayı Nedir? Aleviler mum söndü yapar mı?
Kesinlikle yapmazlar. Bu bir iftiradır.
Mum söndü ifadesi Kızılbaşlara yani Alevilere Osmanlı'dan bu yana atılan bir iftiradır. Alevilerin Hacı Bektaş Veli'den öğrendikleri desturu:" Eline diline beline sahip ol" dur.
Aleviler cem ibadetlerine başlamadan önce iki tane mum yakarlar. Bu mumlar Hz.Muhammed Mustafa'yı ve Şahmerdan Ali'yi temsil eder. Ayrıca türbelerde yatan evliyaları ziyaret ettiğimizde orada yatan evliyanın Ehlibeyt ışığı, piri olması dolayısıyla ışığının sönmediğini anlatmak için temsilen mum yakarız ve Evliyanın yüzü suyu hürmetine hem o pirden hem de Hak Muhammed Ali'den dilek dileriz...
İbadet için yakılan mumların dışında, mum söndü gibi aşağılık bir hakaret yoktur ve olamaz da...
Mum söndürmek gibi gayri ahlaki bir davranış varmış gibi yüzyıllardır süregelen iftiralara cevap vermek bile abeste iştigaldir.
Caferilik ve Alevilik...
Türk Alevileri Caferiliği bilmezler.
Caferilik, İran İslam Cumhuriyeti’nin resmi mezhebidir. Zira ne Aleviler Caferidir ne de Caferiler Alevidir.
Önyargılarımızı kaldıracağız. Bunları yok edeceğiz. Kimse kimseden üstün değildir. Çünkü farklılıklar üstünlük değildir.
Bu memleket Medine-i Münevvere gibi bir memlekettir. Biz yine zalimin karşısında, mazlum yanında “Hüseyni” olarak durarak yaşamalıyız” dedi.
Seyyid Hacı Ali Turabı Ocağı dedelerinden Murat ÖZDEMİR semah konusunda yaptığı açıklamada, “Alevilerin temel ibadeti olan cem ayinlerinin ayrılmaz bir parçası da semah dönmektir.
Semah, Tanrı’ya ve aşkına erişmektir.
Semah cemin belli bir aşamasında bağlama eşliğinde kadın ve erkek canların çalınan ezgiler eşliğinde birlikte yaptıkları dinsel törenlerdir. Semah dönülmeyi, cem ayininden ayırmak olası değildir. Semah dönmek, cem ayini içinde yapılan 12 hizmetten biridir.
Cem ayini sırasında törenin bazı bölümlerinde ve özellikle son bölümünde dedenin işareti ile kadın ve erkek canlar semaha kalkarlar. Semah dönen canlar duygunun, sevginin,aşkın doruk da olduğu bir duygulu an yaşarlar.
Semah dönenler adeta kendinden geçercesine büyük bir aşkla, şevkle,huşu içinde ayrı bir dünyaya yolculuk edercesine izleyen canları da büyüleyecek tarzda su gibi akıp giderler.
Alevilerin döndükleri Semahı onların ibadeti olan cem ayinlerinden ayrı düşünmek ve incelemek yanlıştır. Aleviliğin kutsal kitabı olan İmam Cafer Buyruğu ve halk arasında yaşayan mevcut inançta semah 12 hizmetten biri olarak yapılır. Yani Semah Alevilerin yaptıkları bir ibadetin parçasıdır.
Ülkemizde son üç beş yıldır Alevilik kendisini tanıtmaya başladığından beri, semah dönmek daha da bir güncellik kazanmıştır. Yüzyıllarca gizli saklı yapılan cem ayinlerinin bir parçası olan semah, yapılan çeşitli törenlerde, şenliklerde folklorik gösteriler içine konmuştur. Bu durum ilk başta Alevilerin hoşuna gitmiş. Yapılan semahlar alevi olan ve olmayan kesimlerce tanınmış ve beğeni kazanmıştır.
Semahlar, Alevilerin ibadeti olan cemin bir parçasıdır.”O” nun yeri orasıdır. Semah ibadetin bir parçasıdır. Semah dönmek bir eğlence aracı olamaz.
Semah dönmek cem ayini dışında, olsa olsa çok ağır başlı bir biçimde özüne uygun bir tarzda; Hacı Bektaş Veli Anma Törenleri, Abdal Musa Anma Törenleri gibi ağırbaşlı etkinlikler dışında yapılmamalıdır.
Semahın kaynağı olan Hz. Muhammet’in Miraca gitmesi ve Kırklar Meclisi’ ne uğramasını tarihsel kaynaklarımıza dayanarak vermeye çalışalım. Çünkü Alevi inancında ; Cemin ve semahın kaynağı olan Kırklar Cemi’dir. Bu kaynağı bilmeden Cem ve Semah anlaşılmaz.”
Semah sunumunun ardından, Seyyid Hacı Ali Turab-I Araştırma ve Kültür Derneği Semah Ekibi, Semah gösterisini sundu.
Şükrü YEŞİLDAĞ ve arkadaşları tarafından “tasavvuf Müziğinden örnekler ve “Sema Gösterisi” yapıldı.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Jülide SARIEROĞLU,
CHP Ankara Milletvekili Bülent KUŞOĞLU,
Ve Keçiören Belediye Başkanı Mustafa AK’ın telgrafları okundu.
Kalender Veli Ocağı Dedesi Ahmet KUZUKIRAN tarafından “Gülbank” okunmasının ardından Salon’daki katılımcılara Aşure ikramı yapıldı. İkrama Atatürk Parkı’nda kurulan stantta da devam edildi.
Plaket Töreni:
“Aşure ve Birlik Günü’ne katkı ve desteklerinden dolayı;
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Özcan GÜNGÖR’e, Eski Sağlık Bakanı ve Halil ŞIVGIN tarafından,
Seyyid Ali Turabi Çankırı-Şabanözü Mart Köyü dedesi Ali DEDEOĞLU’na ise, Alevi İslam Birliği Vakfı Genel Başkanı Ali Faruk YILDIRIM tarafından birer plaket takdim edildi.
Alevi Dedesi Ali DEDEOĞLU, “Küresel dünyada böl, parçala ve savaşta yok et” ilkesi hâkimdir. Bu nedenle uyanık olmalıyız. Birlik, beraberlik ve kardeşlik bağlarımızı kuvvetli tutmalıyız.”
Alevi İnanç Birliği Vakfı Genel Başkanı Ali Faruk Yıldırım’da programın birlik ve beraberliğin göstergesi olduğunu vurguladı.
Geçmişteki hataları bugün tekrarlama gibi bir lükslerinin olmadığına dikkati çeken Yıldırım, şunları kaydetti: "Bugün küresel dünyada çağdaş, modern dünyada ve Türkiye'mizde, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyette hepimizin inançlarımızı yaşamamız için altyapımız var, cem evlerimiz de, ibadet yerlerimiz de mescitlerimiz de hizmettedir. Buralarda birbirimizi ötelemeden birlikte yaşayabilelim.
Kerbela'da yaşanan acıları hep birlikte paylaşıyoruz. Bugün de burada görüyorum ki Alevi, Sünni ayırımı diye bir şey yok.
'Mezhep' adı altında hiç kimseyi dışlamayın, hiç kimseye farklı gözle bakmayın, inanın hepimizin mezhebi aynıdır, Alevi Sünni diye ayırım yapmıyorum."
Eski Sağlık Bakanı ve Ankara Stratejik Araştırmalar Vakfı Başkanı Halil ŞIVGIN, “Birlik ve beraberliğe en fazla ihtiyaç duyduğumuz bir süreçten geçiyoruz. Bu birlik Çubuk’ta var. Bu birliğin Çubuk’tan her tarafa yayılması lazım.”
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.