Büyük patlamaya ne kadar zaman kaldı?
Soru şudur: Büyük patlamaya ne kadar zaman kaldı?..
Soru şudur: Büyük patlamaya ne kadar zaman kaldı?.. Bendeniz beş altı ay kaldığını sanıyor ve tahmin ediyorum. Bu bir zan ve tahmindir. Gaybı ancak Allahü Teâla bilir. Gökte kara bulutlar belirince, şimşekler çakınca, soğuk rüzgârlar hızla esmeye başlayınca; fırtına, kasırga, bora gelecek hazırlanın, tedbir alın, korunun demek kâhinlik değildir.
Yazılarımı devamlı okuyanlar, önümüzdeki baharda büyük, dehşetli, korkunç hadiseler olabileceğini, uyanık vatandaşların hazırlıklı olması gerektiğini defalarca yazdığımı hatırlayacaklardır. Uyuyanlara, uyanmamakta direnenlere bir şey yapamayız.
Marmara’daki adanın prensi iktidarı uyarmış, anlaşmazsanız darbe bile olabilir demiş.
Ülkemizin üzerindeki azap ve lanet bulutları her gün biraz daha yoğun hale geliyor.
1910’da, Balkan Harbi’ne bir yıl kala Osmanlı Devleti’nde siyasî çekişmeler, dedikodular, sen ben kavgaları, Bizans entrikaları, verimsiz tartışmalar, çekişmeler, tepişmeler gırla gidiyordu.
Orduya siyaset girmişti, değerli subaylar eski Hamidî rejim taraftarı diye emekli edilmiş, kimisinin rütbeleri indirilmiş, nice ehliyetsiz ve liyakatsiz kişiler önemli mevkilere getirilmişti.
Gaflet o dereceye varmıştı ki, Balkan ülkeleri aleyhimizde gizlice ittifak yaparken biz askerimizi terhis etmiştik.
Sonra Balkan Savaşı patlamış ve altı asır bizim olan o vatan topraklarımızı birkaç hafta içinde yitirmiştik.
Devletin başında tecrübeli siyaset kurdu Sultan Abdülhamid bulunsaydı o facia olmayacaktı. En azından imparatorluk o kadar kötü şekilde tasfiye edilmemiş olacaktı.
Yıllarca önce Medine-i Münevvere’deki yaşlı Türklerden duymuştum: Osmanlı Devleti’ne Jön Türkler hakim olduktan sonra kutsal şehre borulu gramofonlar getirilmiş, sesleri Mescid-i Nebevî’nin içine kadar geliyor, âbid ve sâcidleri rahatsız ediyormuş.
Yine mesmuatımdandır: O mübarek şehrin kenar mahallelerinden birinde bir genelev açılmış…
İkinci Meşrutiyet’le birlikte matbuat=basın hürriyeti gelmiş, başta Abdullah Cevdet’in İctihad’ı olmak üzere dinsiz gazete ve dergiler yayınlanmış ve İslam mukaddesatına hakaretler yağdırılmıştı.
İttihatçılar, devletin resmî vesikalarıyla Müslüman kadınların yasal fahişelik yapmasına izin vermişler.
Sultan Abdülhamid zamanında bütün okullarda, bilhassa (Başta Galatasaray Sultanisi olmak üzere) liselerde; kışlalarda vakit namazlarını cemaatle kılmak mecburî iken, Jön Türkler onu da 1912’de kaldırmışlar, namaz kılmayı ihtiyarî=isterse kılar istemezse kılmaz hale getirmişlerdi.
Sonunda 1911 Trablusgarp, 1912 Balkan, 1914 Birinci Cihan harpleri patlamış ve altı yüz yıllık devletimiz yirmi sene içinde feci şekilde tasfiye edilmişti.
Balkan Harbi başlamadan önce büyük Avrupa devletleri gizli bir karar almışlardı. Osmanlı ordusunun güçlü olduğunu sandıkları için, savaşın neticesi ne olursa olsun sınırlar değişmeyeceği prensibinde anlaşmışlardı. Baktılar ki ordularımız iki haftada perişan oldu, bu kararı uygulamadılar ve Rumeli-i Şahane elimizden gitti.
Bugün ülkemizde, azaba, tokada, silleye sebep olacak büyük kötülükler, günahlar, isyanlar görülüyor.
Zina serbest bırakılmıştır… Aile müessesesi sinsice ve açıkça darbelenmektedir…
Riba iktisadın ve finansın ana maddesi olmuştur.
Rüşvet, haram rantlar, haram komisyonlar yaygın hale gelmiştir.
Müslüman halkın büyük kısmı namazı yitirmiş ve şehvetlerine uymuştur.
Her tür azgınlık açıkça, açıkta, küstahça, arsızca işlenmektedir.
Lüks, israf, gurur, kibir yaygın hale gelmiştir.
Günde beş milyon aziz ekmek çöpe atılmaktadır.
Cinayetler, yaralamalar, anasını babasını çocuğunu öldürmeler dehşet verici şekilde artmıştır.
Türkiye yüksek binalar çılgınlığı içindedir.
Cayır cayır yeni müzeyyen=süslü cami binaları yapılıyor ama bilhassa sabah vakitlerinde içlerinde birkaç ihtiyardan başka cemaat yok. Namaz kılmakla mükellef halkın yüzde birini bile camilerde göremiyorsunuz. Nerede o meşhur dindar gençler…
Halka yedirilen gıdalar, içirilen meşrubat boyayla, koruyucularla, çeşitli kimyevî maddelerle zehirleniyor. GDO’lu ürünleri yiyenler, vahim hastalıklara yakalanıyor.
Bonzai gençliği tahrip ediyor, bu belanın önüne bir türlü geçilemiyor.
Kur’an’da, Sünnette, Şeriatta, İslam ahlakında büyük günah ve suç olarak belirtilen kötülükler bir toplumda yaygın hale gelir ve açıkça küstahça işlenir olursa oraya bela gelir, azap gelir.
Müslüman halk birliğini yitirirse iç ve dış düşmanlar ülkeyi parçalayıp istila eder.
Türkiye’yi mahv edecek yüzlerce kötülük var… Zinanın serbest bırakılması… Ribanın iktisadî hayata hâkim olması… İffetsizlik… Rüşvet… Haram yeme… Haram rantlar ve komisyonlar… Adaletsizlik… Okullardaki resmî ideoloji terörü…
Bir İslam ülkesinde Tağutlar, Tağutçuluk alabildiğine serbest kalırsa azap iner, tokat ve sille yenir.
Sabataycı ve Kripto büyük medya bu gerçeği Müslüman halktan gizliyor.
Halkı magazin dedikodularıyla afyonluyorlar.
Hülagû orduları Moğolistan’dan Bağdat’a doğru yola çıktığında Darüsselam (Bağdat’ın isimlerinden biri) halkı gaflet içinde gününü gün ediyordu.
Balkan Harbi’nden önceki yıllarda, aylarda, günlerde Osmanlı okumuşları verimsiz tartışmalar içindeydi.
Sonra azap, tokat, sille ansızın geldi. Ansızın geldi ama habersiz gelmedi.
Kur’an haber veriyor… Resulullah (Salat ve selam olsun ona) haber veriyor… Akıl, iz’an, hikmet, basiret haber veriyor…
Gözler görmez olmuş, kulaklar işitmiyor, beyinler çalışmıyor…
Gafiller uyanmıyor, tedbir almıyor…
Bilenler bilmeyenleri aydınlatıp bilgilendirmiyor.
Tehlike yaklaşıyor, Müslümanların büyük bir kısmı hâlâ dedikodularla, gevezelik ve zevzekliklerle meşgul.
1910’da gazeteci olsaydım, o zamanki gidişle iki sene sonra Rumeli’nin elimizden gideceğini yazsaydım, inanan çıkar mıydı? Belki de bana deli derlerdi…
Tarih kültürüne sahip olmamak, tarihten ibret almamak ne büyük bir cahillik ve gaflettir.
Madalyonun sadece bir yüzünü görüp öbür yüzüne bakmamak…
Sel geliyor diyenlere, bir şey olmaz bir şey olmaz, huzurumuzu bozma, uykumuzu sekteye uğratma demek…
Birilerine İktidar-Cemaat savaşından da önemli gelişmeler olduğunu anlatmak ne kadar zor…
Dedikodu uyuşturucusu… Cep telefonu ve tv bağımlılığı… Günlük rutin hayat…
Sel suları toplanıyor ve vadilerden gürültü ile akarak geliyor, önüne çıkan her şeyi sürüklüyor.
Gafiller dere yatağında piknik yapıyor.
Hülagû istilasından altı ay önceki Bağdat…
Balkan Harbi’nden bir yıl önceki Osmanlı yurdu…
Kâmil Paşa, Ferit Paşa kavgaları…
Ne Kamil Paşa kalır, ne Ferit Paşa…
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.