Şuayip Yaman Görünen Köy
18 MART ŞEHİTLERİ ANMA GÜNÜ...
18 Mart günü, 1915 Çanakkale Deniz Zaferi'nin yıldönümüdür. Bu gün, 2002 yılından itibaren de, "Şehitler Anma Günü" olarak kabul edilmiştir.
1914 Kasım ayından, 1916 Ocak ayına kadar süren Çanakkale Savaş; I.Dünya Savaşı’nın en önemli çarpışmalarından biridir. İtilâf devletleri olan İngiltere, Fransa, Rusya; İttifak devletleri olan Almanya, Avusturya, İtalya yanında savaşa giren Osmanlı imparatorluğunu bir an önce yenmek için başkent İstanbul’u almak istiyorlardı. Ayrıca boğazlan ele geçirip Rusya’yla ilişkilerini kolaylaştırmaya çalışıyorlardı. Bu yüzden Çanakkale boğazına var güçleriyle saldırdılar.
Bugün “Çanakkale Geçilmez” sözünün tarihe altın harflerle kazındığı 18 Mart Zaferi’nin 102. Yıldönümü. Atatürk bu savaştaki askeri dehası ve kahramanlığı ile destanlaşmıştı.
Ülkenin dört bir yanında cepheye koşan Türk askeri, 7 düvele meydan okuyarak, “Çanakkale Geçilme” dedirtti
Anafartalar Grup Komutanı Albay Mustafa Kemal komutasındaki 57. Alay’a Çanakkale’deki taarruz emrinde şöyle dedi, “Bu öyle alelade bir taarruz değil, herkesin başarılı olmak azmiyle harekete hazır olduğu taarruzdur. Hatta ben komutanlara şifahen verdiğim emirlerde şunu ilave etmişimdir. Ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum...” İşte bu azim ve kararla düşman kuvvetleri hem karada ve hem de denizde hüsrana uğradı. Mustafa Kemal ve askerleri işgalcileri bozguna uğrattı.
8 Mart Çanakkale Zaferi'nin dünya harp tarihinde de çok önemli bir yeri var! Çanakkale şehitlerinin yazdığı destanla büyük bir zafere imza atıldı. Metrekareye 6 bin merminin düştüğü ve 6 milyonda bir ihtimal olan mermilerin havada çarpıştığı bu destan unutulmayacak, Çanakkale Türküleri büyük destanı asırlar boyu hafızalarda diri tutacak. Kimse unutmasın ki “Çanakkale Geçilmez”
Çanakkale Geçilmez, Birinci Dünya savaşında yedi düveli karşısında bulan Türklerin yaptığı dillere destan Çanakkale savunması ardından söylenmiş sözdür. Düşmanları bu sözü dilegetirmeseler de kafalarına o gün dank ettiği gibi bugün de hala o acı mağlubiyeti hatırlamaktadırlar.
Çanakkale Geçilmez, Bir yandan vatanını canı pahasına koruyan, düşmanı Boğazlardan geçirmemek için her şeyini ortaya koyan Mehmetçiğin acı dolu hikâyesini anlatırken; Çanakkale'nin geçilemeyeceğini anlayan Avrupa'nın sözde koca devletlerinin donanmaları, arkalarına dahi bakmadan geri dönmek zorunda kalmışlardır. Çoğu haçlı zihniyetli kendilerini Avrupalı diye adlandıran, hangi ırktan, milletten olduğu dahi bilinmeyen insanların, topraklarımızdan gittiklerini duyan Anadolu insanları, bulundukları yerleri bayram yerlerine çevirdiler.
İstanbul'a zafer haberi ulaştığında halk sokaklara döküldü, herkesi ayrı bir sevinç kapladı. Fakat binlerce şüheda (şehitlik) makamına ulaşan Mehmetçiklerimizi ve aralarında bulunan analarımızı da arkamızda bırakarak Ehli iman olan o Mehmetçiklerin hepsi de şehitlik makamına yükseldiler.
(Tarihin en kanlı savaşlarından biri olarak kayıtlara geçen Çanakkale Savaşlarında bazı kaynaklarda 150 bin, bazılarında 300 bin Türk askerinin şehit olduğu biliniyor.)
Çanakkale'deki zafer İstanbul’da tez duyulur. Süleymaniye Camisi'nin yaşlı mahyacısı içindeki coşkuya dayanamayıp, yanına çıraklarını da alıp aklına ilk gelen iki kelimeyi minarelerin arasına, yani mahyaya yazıp yatsı namazına kadar kandilleri yetiştirir. İstanbul'un her yerinden görülen mahyadaki bu iki kelime aynen şudur;
"Çanakkale Geçilmez"
Bu sözün temeli Süleymaniye müezzini derviş ruhaniyetli, bu zatın gönlünden mahyaya, oradan da İstanbul'a, oradan da tüm Anadolu'ya ve dünyanın her yerine Çanakkale'nin geçilemeyeceğini beyan edilmesidir.
Bizlerde o gün bugün şu kelimeyi söyleriz; “Ey Çanakkale Seni Geçilmez Yapan Nedir?”
Bir düşünürsek askerlerimiz teçhizat ve silah yönünden çok iyi değillerdi. Savaşmayı çok iyi bilirler, lakin cepheden cepheye koşmaktan yorgun düşmüşlerdi. Ellerine hiç silah almamış olanlar çoğunluktaydı. Sadece cephede bir veya iki haftalık temel eğitimle düşmanın karşısına geçiyorlardı.
Çanakkale'nin geçilememesinin başlıca temel sebeplerinden birisi; çoğu insanlarda olmayan vatan sevgisi dediğimiz manevi duygularıydı. Bu duygu ve maneviyat sadece kimlerde olabilir derseniz, imanı kemale ermiş olgun beşerler de olur.
Zira kâinata rahmet olarak gönderilen sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed (s.a.v.) efendimiz, Rabbim bizleri şefaatlerine nail eylesin "Vatan sevgisi imandandır" sözünün sırrı, cephe gerisindeki, huduttaki, vatan savunmasını yapan Mehmetçik gönüllü insanların kalplerine sirayet ettiği içindedir.
Konunun cephe öncesine doğru gidersek, Ecdadımızın (atalarımızın) yaşamış olduğu o dönemlerde öyle birlik ve beraberlik vardır ki sabah, öğlen, akşam sofraya oturan aileler sofralarında aynı çorba kâselerinden kaşık sallanırdı. Sofraya konan her türlü yemek tek kâsede olup, herkes o kâsenin içine kaşığını daldırır ne gelirse bahtına diye de düşünmezlerdi. Zira o sofra o kadar bereketli olurmuş ki kimsenin kaşığı boş dönmezmiş.
Yemeğin bereketi başında mı ortasında mı hiç bilinmemektedir. Bu sofralarda birlik içinde yetişen bireylerin düşman karşısındaki duruşlarını bakın sizler düşünün.
Özetleyerek Rahmet kapıları ilk önce sofradan ve haneden açılır derler. Farkına varmak lazım...!
Peygamber Efendimiz bir hadisi şerifinde şöyle buyurur "Birlikte rahmet, ayrılık da azap vardır" o günlerin birlikten hiç ayrılmayan bu yüzden sırtımız yere gelmedi.
Allah bu günde ve gelecekte de aramıza şeytanın nifakını sokmasın...
Çanakkale'deki manevi şuurun diğer sırrı da "Edep"ten geçer.
Edep; güzel terbiye, iyi davranış, güzel ahlak, hayâ, nezaket, zarafet denilmiş.
Bundan ibaret Kurtuluş Savaşı’nın Anadolu'ya bakıldığında kadınlar erkeklere nazaran iki üç adım arkasından gelirlermiş, ama hiç önlerine geçmemişler. Vardır ki baba, anne çocuğuna yerli yersiz durduk yerde kucağına alıp okşayıp sevmezmiş.
Çanakkale Geçilmez Gerçeği...
Şanlı Osmanlı imparatorluğunun çöküş döneminden başlayarak ve Cumhuriyetin kuruluşuna kadar geçmiş birçok savaşta "Evladı Güzin'leri" .hakkın rahmetine uğurladık. Kimisi babaydı, kimisi anne, evlat, genç, sevgili, çoluk, çocuk hepsi vatanı uğruna, şüheda uğruna feda ettik.
(Güzin: Seçilmiş, seçkin, beğenilmiş demek.)
Geride bırakılanlar ise, dul kadınlar, yetim ve öksüz çocuklar, bekleyen nişanlı kızların sönmüş umutları ve hayalleriydi. Anadolu'nun mukaddes her karış toprağında Mehmetçiğin yolunu gözleyen mutlaka birileri vardı. Fakat hiçbir zaman bekledikleri gelmeyecekti.
Gazi olarak dönenler ise, bulundukları yerlerde eşlerini yanlarına alarak, ellerini tutup çarşı pazar, gezmediler, gezememişlerdir. Başkalarının yanında çocuklarını öperek koklayamadılar. Ama bir nedeni vardı. O dönemde her ailede cepheden şehit olmuş bir Mehmetçikleri vardı.
Cephelerden geriye dönmeyen ailelerin eşleri, çocukları, nişanlıları bu halleri görüp de "Keşke benim eşimde, babamda, nişanlımda yanımda olsaydı, yan yana gezer, el ele tutuşur, başımı okşardı" deyip içlerinde oluşan derin sızıyla, olur ya geçerler diye yıllarca bu hal üzerlerinde yaşadılar, sokaklarda, çarşıda, pazarda. Kısacası Edep'ten olsa gerek.
Çanakkale Zaferi anılmaya değer eşsiz bir destandır. Çanakkale’de Türk ordusu eşi ve benzeri görülmemiş bir mücadele vererek kendisinden teknik ve insan gücü olarak mukayese dâhil edilemeyecek kadar üstün devrin süper güçlerine karşın verilmiş bir var olma mücadelesidir.
Metrekareye 6 bin merminin düştüğü amansız bu savaşta sadece düşmanla savaşılmamış açlık, susuzluk, uykusuzluk ve bulaşıcı hastalıklarla da mücadele edilmiştir. Şehit kanıyla ıslanan topraklar çiğnenmemeye, şehit kanı ile çizilen sınırlar silinmemeye, şehit kanıyla kurtarılan vatanlar işgal edilmemeye müstahaktır.
"Tarih boyunca istiklal ve bağımsızlığını, milli birlik ve bütünlüğünü her şeyin üstünde tutan ve bu uğurda büyük bedeller ödeyen Türk milleti hiçbir zaman esaret altında yaşamayı kabul etmemiş, canından aziz bildiği kutsal vatan topraklarını canı ve kanı pahasına korumuş, büyük mücadeleler vermiştir.
102. yılını Çanakkale Zaferi de bu mücadelelerden birisidir. Bu toprakları her bir karışını kanları ile sulayarak bizlere vatan yapan aziz şehitlerimizi bir 18 Mart’ta şükran ve minnetle yeniden anıyoruz. Şehitlik çok kutsal bir makam olmakla birlikte dileğimiz hiçbir vatan evladının bundan sonra şehit olmamasıdır. Bugün bu topraklarda huzur içinde yaşıyorsak, şanlı bayrağımız göklerde nazlı nazlı dalgalanıyorsa bunu Başta Mustafa Kemal ve silah arkadaşları olmak üzere, aziz şehitlerimize ve kahraman gazilerimize borçluyuz.
Çanakkale, Tarihin Utanca Boğulduğu Yerdir...
Çanakkale, kanın toprağı boğduğu, toprağın kana doyduğu; mavinin kızıl kızıl aktığı yerdir. Çanakkale, boğazının gırtlağına kadar insana, gemiye, gülleye, silaha doyduğu ve yutkunamadığı yerdir.
Çanakkale, tarihin ellerini yüzüne kapatıp utanca boğulduğu, tarihin dudaklarını uzatarak alınlardan öpüp onurunu kurtardığı yerdir. Çanakkale, Truva’da savaşan atalarının torunlarından utandığı, Malazgirt’te, Çaldıran’da savaşanların torunlarından gururlandığı yerdir. Çanakkale, sarı saçlı bir komutanın tarihe ilk büyük selamını verdiği yerdir.
Şehit: Allah yolunda canını feda eden, dinini, vatanını, bayrağını savunurken ölen, haksız yere öldürülen Müslüman’dır. Şehitlik, Allah katında peygamberlikten sonra en yüksek mertebedir. Şehitler, Allah’ın sevgili kullarıdır. Cennet’te onlar için sonsuz nimetler hazırlanmıştır.
Arapça, “Tanık” anlamına gelen şehit, inançlarını yadsımamak uğruna, Allah’a ya da kutsal saydığı değerlere tanıklık etmek ülküsüyle can veren kişidir.
Kuran, Allah yolunda öldürülenlerin, Allah’ın bağışını ve merhametini kazandıklarını bildirir.
(Al-i İmran Suresi: 169-170)
“Sakın Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Doğrusu onlar Rableri katında diridirler. Cennet meyvelerinden rızıklanırlar.”
Buna göre şehitler ölü sayılmamalıdır, onlar diridir; yaptıkları boşa çıkarılmayacak ve dünyada kendilerine tanımlanan Cennet’e konulacaklardır.
Acaba, bu millet kadar, kahramanlığa baş koymuş başka bir ulus var mıdır?
Tarih sahnesindeki yerini aldıktan sonra; savaş meydanlarına yön veren başka bir millet var mıdır?
Bugün Türk’ün ulusal savaş tarihine altın harflerle yazılan Çanakkale Zaferi’nin 102. Yıldönümünü ve mukaddes vatanımız için canlarını seve seve feda eden şehitlerimizin “Şehitler Günü’nü idrak etmenin onurunu ve gururunu yaşamaktayız.
Çanakkale Zaferi; güç dengelerinin tamamen değiştiği, Kurtuluş Savaşımızın ilk meşalesinin tutuşturulduğu, Yüce Türk Milletinin Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde kahramanlık ve fedakarlıklarının doruk noktasına ulaştığı bir prestij ve azmin mücadelesi olmuştur.
Rus ekonomisi savaşın yükünü kaldıramaz hale gelmişti. Ülkede çıkan Bolşevik İhtilalı Rus Çarlığını tehdit etmekteydi. Eğer bu isyan başarıya ulaşırsa Rusya savaştan çekilecekti. İtilaf devletleri Rus ordusuna gerekli yardımı hızlı bir şekilde ulaştırmak istiyordu. Ayrıca İstanbul’u alarak Osmanlı devletini saf dışı bırakmak, savaşın ömrünü kısaltmak için Çanakkale Boğazı’na hareket düzenlediler.
Ve hep birlikte yüklendiler. Sömürgelerinden getirdikleri Anzak askerleriyle, işgalden bir gece önce, her türlü imkânsızlıklara rağmen Vatan’ın savunması için denize çıkıp sessiz sessiz ama emin adımlarla ilerleyen, döktüğü her mayınla bir milletin kaderini yeniden çizen Nusret Mayın Gemisi, Çanakkale Boğazı’ndan geçişlerine 18 Mart 1915’de başarıyla karşı konulmuştur.
İtilaf devletleri donanması ağır kayıplar verince, Gelibolu Yarımadası’na asker çıkarıp kara muharebelerini başlattılar. Arıburnu’na çıkan düşman kuvvetlerini, Mustafa Kemal’in komuta ettiği birlik Conkbayırı’nda durdurdu. Bu başarı üzerine, Mustafa Kemal albaylığa yükseltildi. Bunu Anafartalar, Kireçtepe, Seddülbahir zaferleri takip etti.
Çanakkale Savaşı’na katılan Türk Ordusundan, çoğu öğrenim çağında 253 bin subay, er ve erbaş şehit oldu. 253 bin kişi dönmeyi düşünmedi, ölmek için savaştılar. Esir yaşamaktansa özgür ölmeyi yeğlediler. Çanakkale’de kan vardı, Çanakkale’de ölüm vardı, Çanakkale’de onur vardı, gurur vardı.
Çanakkale Savaşı’nda Atatürk'ün Görevi...
Mustafa Kemal Atatürk Çanakkale Savaşları sırasında Anafartalar Grubu Komutanlığı görevini üstlenmişti. 18 Mart 1915'te Çanakkale Boğazını geçmeye kalkan İngiliz ve Fransız donanmasına ait zırhlılar ağır kayıplar verince İtilaf devletleri Gelibolu Yarımadası üzerinden 25 Nisan 1915′de Arıburnu’na asker çıkarmıştır, Bu sırada burada Mustafa Kemal’in komutasındaki 19.Tümen bulunmaktadır.
Mustafa Kemal komutasındaki 19.Tümen, Conkbayırı’nda bu çıkartmayı bütün imkânsızlıklara rağmen durdurarak büyük bir başarı kazanmıştır. Bu durum bütün dünyanın dikkatlerini Mustafa Kemal üzerine çekmiştir.
İşte Mustafa Kemal, Çanakkale Cephesinde kara savaşlarındaki bu muvaffakiyeti neticesinde albaylığa yükseltilmiştir.. İtilaf Devletleri Anafartalar’da, Conkbayırı’nda ve Kireçtepe’de Mustafa Kemal komutasındaki Türk askerinin mücadeleci gücü ve azmi karşısında başarısızlığa uğramıştır.
Mustafa kemal Çanakkale’de eşi benzeri dünya tarihinde görülmemiş üstün bir başarıya imza atarak adeta bir “Kahramanlık Destanı” yazmış böylelikle İtilaf Devletlerine “Çanakkale Geçilmez” dedirterek tarihe mal olmuştur.
Seyit Onbaşı...
Seyit Onbaşı, 1889 yılının Eylül ayında Havran İlçesi Çamlık (Manastır) köyünde dünyaya geldi. Babasının adı Abdurrahman, annesinin ki Emine idi. Seyit, 1909 yılının Nisan ayı başlarında askere alındı. 1912'de Balkan Savaşları'na katıldı. Savaş bitiğinde terhis edilmedi ve topçu eri olarak Çanakkale Cephesi'nde görev aldı. Çanakkale Savaşları'nda gösterdiği kahramanlıkla adını Türk tarihine yazdırdı. 18 Mart Deniz Savaşı sırasında, Rumeli Mecidiye Tabyası'nda ayakta kalabilen tek top vardı onun da mermi kaldıran vinci bozulmuştu.
Seyit Onbaşı büyük bir güçle 215 Okkalık (276 kilo) mermiyi üç kez kaldırarak namlunun ucuna sürmüş ve bu kahramanlığı ile Ocean gemisi büyük bir yara almıştı. Seyit Onbaşı 1918 sonbaharında köyüne döndü. Sanatı olan ormancılık ve kömürcülüğe devam etti. 1934 tarihinde yürürlüğe konan soyadı yasasıyla "Çabuk" soyadını aldı. 1939 yılında akciğerlerindeki rahatsızlık nedeniyle vefat etti.
Milli Mücadele de 50 Gönüllü Liseli...
İstanbul Erkek Lisesi renkleri Sarı-Siyah, 1915 Çanakkale Savaşları’nın ve kahramanca bir fedakârlığın simgesidir. Bu renkler, “Çanakkale geçilmez”, der.
Sarı-Siyah denince Çanakkale’de şehit düşen efsane liseliler akla gelir.
İşte İstanbul Erkek Lisesi’nin sarı siyah renklerinin hikâyesi:
Yıl 1915… I. Dünya Harbi başlayalı bir yıl olmuş. Düşman donanması Çanakkale’yi geçip İstanbul’a ulaşmak ve Osmanlı İmparatorluğuna son vermek istiyor. Türk ordusu ve özellikle topçusu kahramanca savaşıyor ve düşman donanmasına oldukça büyük zararlar veriyor. Çanakkale’yi denizden geçemeyeceğini anlayan düşman, bu defa da kara savaşıyla Gelibolu’dan İstanbul’a geçmek istiyor. Kara savaşları da çok kanlı başlıyor. Çanakkale’de asker ihtiyacı doğuyor. Gönüllü olmak koşuluyla lise ve üniversite öğrencilerini askere çağırıyorlar.
11 Mayıs 1915’te binlerce lise ve üniversite öğrencisi İstanbul’un Beyazıt Meydanında toplanıyor. Harbiye Nâzırı Enver Paşa gençlere şöyle sesleniyor: “Vatan elden gidiyor.
Vatanın geleceği Çanakkale Savaşı’na bağlı. Binlerce askere ihtiyaç var. Eli silah tutan gençler gönüllü olarak silâhaltına alınacaklar”. Ortalığı büyük bir heyecan dalgası sarıyor. Başta tıbbiyeli gençler olmak üzere üniversiteli gençlerin çoğu, zaten askere alınmışlardır. Şimdi de 20 yaşın altındaki liseli gençler askere çağrılmaktadır.
Balkan faciasını yaşayan milletin yüreği yaralıdır. Meydandaki lise öğrencilerinin yürekleri, vatan ve millet aşkıyla çarpmaktadır ve her vatan evladı gibi cepheye koşmak için can atmaktadırlar. Ancak 1909-1914 Askerî Mükellefiyet Kanunu’na göre, Sultaniye (Lise) öğrencileri askere alınamaz. Ama hiçbiri kanun dinlemez ve gönüllü asker olarak isimlerini yazdırmak için kuyruğa girerler. Yazım kuyruğunda çok küçük yaşta, henüz bıyıkları terlememiş gençler, öğrenciler de vardır. Bu gönüllü ordusuna katılanların 50’si, İstanbul Erkek Lisesi’nin son sınıf öğrencileridir.
Onlar da vatan savunmasına katılmak, Çanakkale’de savaşıp, düşmanı yurttan kovmak için isimlerini yazdırırlar.
Sarı-Siyah, Dayanışma ve Beraberliğin Simgesi!
Üniversiteli gençler ve liseli öğrencilerden oluşan bu gönüllüler, Halıcıoğlu’ndaki karargâhta birkaç günlük silah tutma ve ateş etme eğitimine tabi tutulurlar.
Sonra 9 bin kişilik İstanbul Alayına katılarak cepheye gönderilirler. Çanakkale’ye varan çoğu bıyığı terlememiş liseli gençler 2. Tümene katılırlar. Kabatepe bölgesinde dar bir tepeye yerleştirilirler. Cephedeki askerler o kadar kalabalıktır ki, siperlerde adeta üst üste yığınak halindedirler.
Tümenin başındaki Yarbay Hasan Bey üstlerine, ”Bunlar daha yeni geldiler, biraz cepheyi tanısınlar, sabah çatışmalara girsinler” der, fakat sözünü dinletemez. 18 Mayıs 1915’i 19 Mayıs 1915’e bağlayan gece, cephede heyecan doruk noktasındadır. Yapılan plana göre, düşman mevzilerine ani ve sessizce saldırılacak, düşman gafil avlanıp yok edilecektir. Bu nedenle saldırı, marş söylenmeyerek ve borazan çalınmayarak sessizce yapılacaktır.
Saat 03.30’da hücum emri verildiğinde heyecanlanan ve coşan gençler, marşlarla hücuma geçerler. Hâlbuki düşman, gündüzden keşif uçaklarıyla böyle bir hazırlığın yapıldığını tespit etmiş, gerekli bilgileri toplamıştı. Böylece koca tümen tuzağa düşer, düşmanın makineli (mitralyöz) ateşiyle gençlerden binlercesi hücum anında yere yıkılır.
Anzaklarla yapılan bu iki saatlik çatışmada binlerce şehit verilir. 2. Tümenin bazı alaylarının yer aldığı cephenin uzunluğu 600 metre olup, her 15 cm.’ye bir asker düşmektedir. Düşmanın bu saldırısında her bir Türk askerine 95 mermi isabet eder. 2. Tümenden geriye dönen olmaz.
Çanakkale Savaşı’nın en kanlı anlarından biri, bu an olur.
Bu nedenle bu bölgeye “Kanlı sırt” adı verilir. Böylece eğitimli binlerce genç, cepheye gittikten bir gün sonra şehit olurlar. Bu saldırıda şehit düşen binlerce gencin 50’si, çoğu henüz bıyıkları terlememiş olan 16-17 yaşlarındaki İstanbul Erkek Lisesinin son sınıf öğrencileridir.
General Liman Von Sanders’in yanlış savaş taktiği, sürekli taarruz istemesi, gençlerin erkenden şehit olmalarına sebep olur. 1915’te Tıbbiyeli öğrencilerin hepsi ve lise son sınıf öğrencilerinin çoğu askere gider ve şehit olurlar. Savaş bitinceye kadar Tıbbiye ve öğrencileri savaşa katılan liseler mezun vermez.
1911’den itibaren devlet savaş içindeydi. Savaş yıllarında İstanbul’un her okulunun bir bölümü hastane olarak ayrılmıştı. Bunun için de bu bölüm, hayatın rengi kabul edilen sarı renge boyanırdı.
İstanbul Erkek Lisesi (İstanbul Sultanisi) I. Dünya Savaşının başlaması ile 1914 yılında, Karaköy’de bulunan Saint Benoit Fransız Lisesi binalarına nakledildi. Zira savaş halinde bulunulan Fransa’nın denetiminde bulunan okullar kapatılmış ve buralarda görev yapmakta olan çoğunluğu din görevlisi Fransız öğretmenler yurtdışına çıkarılmışlardı.
Kapatılmış olan Fransız okulları da genellikle okul ya da hastane olarak kullanılıyordu. İstanbul Sultanisi’nin de bir bölümü hastane olarak ayrılmış ve sarıya boyanmıştı.
Lisenin 50 öğrencisinin şehit olduğu haberi okula ulaşınca, okul yasa büründü ve geride kalan öğrenciler, ağabeylerinin anısına okulun bütün kapı ve pervazlarını matem rengi siyaha boyadılar.
Artık o günden itibaren “sarı-siyah” İstanbul Erkek Lisesi’nin simgesi oldu. 4 Ocak 1926 tarihinde de Kemal Halim Gürgen’in girişimleriyle kurulan İstanbulspor da, okulun renklerini kendi rengi olarak benimsedi.
Büyüklerinin ölüm haberini alan İstanbul Lisesi öğrencileri sarı olan okul binasının kapı ve pencerelerini siyaha boyarlar. Bugünden sonra hayatlarını kaybeden öğrenciler anısına okul renkleri sarı-siyah olarak kabul edilir.
Bu iki renk, o tarihten bugüne kadar dayanışma ve beraberliğin simgesi olacaktır.
Atatürk’ün “Biz Çanakkale’de bir Darülfünun gömdük!” sözü, ülkelerini savunmak uğruna şehit düşen okumuş nesillerin kaybının memleket için ne denli mühim olduğundan ve zaferin ne büyük bir fedakârlık sonucu elde edildiğinin bir kanıtıdır.
Çanakkale Savaşında Neler Yediler...
Bazı kaynaklara göre; Çanakkale Savaşı’nda askerler cephede, kimi zaman üzüm hoşafı, kimi zaman da kuru ekmek yiyerek savaşmışlar. Kuru ekmek ve üzüm hoşafını bulduklarında ise bayram etmişler...
Çanakkale Savaşı sırasında askerlerin yemek listesi;
43. Alay 1. Piyade Taburu 1. Bölük, 1917 yılı yemek listesi;
15 Haziran Sabah: Üzüm hoşafı. Öğlen: Yok. Akşam: Yağlı buğday çorbası ve ekmek.
26 Haziran Sabah: Yok. Öğlen: Yok. Akşam: Üzüm hoşafı, ekmek.
18 Temmuz Sabah: Üzüm hoşafı. Öğlen: Yok. Akşam: Yarım ekmek.
8 Ağustos Sabah: Yarım ekmek. Öğlen: Yok. Akşam: Şekersiz üzüm hoşafı, ekmek Yok.
Birtakım kaynaklara göre de; “Çanakkale’de çarpışan askerimiz (belki ilk günler hariç) cephede asla yiyecek sıkıntısı çekmemiştir. Araştırıcıların artık Çanakkale Cephesi’nin sosyal, iaşe durumu, sağlık hizmetleri, siper hayatı, cephe gerisi vb gibi daha öznel konulara eğilmesi doğru olarak bilinen pek çok yanlışın da tespitinin yapılmasına imkân sağlayacaktır.” Denilmektedir.
Ne olursa savaş, savaştır,. Bu nedenle çeşitli sıkıntılar da kaçınılmaz olacaktır...
Gençler! Bu vatanın kıymetini bilin, çünkü bu ülke kolay kazanılmadı.
SONUÇ:
“Çanakkale Zaferi” ile birlikte, “Şehitler Günü” olarak da andığımız bu anlamlı zafer gününde, kutsal vatan topraklarını canları pahasına müdafaa ederek şehitlik mertebesine ve onuruna erişen aziz şehitlerimizi minnet ve şükranla hatırlıyoruz.
Aziz şehitlerimiz yattıkları yerlerde şunu hissetmelidirler ki; Temiz kanlarıyla suladıkları kutsal vatan toprakları, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da Türk Gençliği ve tüm Türk ulusu tarafından en kutsal emanet olarak müdafaa ve muhafaza edilecektir.
Gençler, nereden geldiğimizi ve ne yapmamız gerektiğini çok iyi bilmelisiniz. Sizler her karış vatan toprağını kanla yoğurmuş bir neslin torunlarısınız.
Bu duygularla, bizlere bu büyük zaferin gururunu armağan eden, başta Ebedi Başkomutan Mustafa Kemal ATATÜRK ve onun silah arkadaşları olmak üzere; bu mücadeleye iştirak eden büyük Türk ordusunun kahraman mensuplarını, onu her şeyiyle destekleyen aziz Türk Milletini ve vatanları uğruna hayatlarını feda eden bütün şehitlerimizi bir kez daha rahmet ve şükranla anıyorum, ruhunuz şad olsun...
Vatanın bölünmez bütünlüğünü korumak ve kollamak, milletimizi yaşatmak uğruna, İstiklâl ve Cumhuriyetimiz için canını feda ederek ve kanını akıtarak verilen bu onurlu mücadeleyi sonsuza kadar devam ettirme azminde olmalıyız. Bize bırakılan bu kutsal vatanımızın ebedi bekçileri olmalıyız.
Şehitlerimiz yerinizde rahat uyuyun. Vatan size minnettardır. Ruhunuz şad olsun...
BUGÜN MİLLET OLARAK, BİRLİK VE BERABERLİK İÇİNDE, HÜR VE BAĞIMSIZ YAŞIYORSAK,
ŞANLI BAYRAĞIMIZ GÖKLERDE NAZLI NAZLI DALGALANIYORSA,
CAMİLERİMİZDE EZAN DİNMİYORSA,
BUNU AZİZ ŞEHİTLERİMİZE VE KAHRAMAN GAZİLERİMİZE BORÇLUYUZ...
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.